KANDİLLİDEN
MEDİNE NİNE
27 ŞUBAT 2001 günü öğleden sonra
yaşlı bir kadının olduğunu öğrendiğimiz Kandilli Köyü’ne gittik. Kötün
beleninde bir dağın yamacında kurulu Kandilli Köyü’nde Antepli lakabı ile
tanınan şahsın evine misafir olduk. Evin gelini, kızları, delikanlıları bizi
ağırladılar. Köye resmi arabayla geldiğimizi gören köylüler bulunduğumuz eve
geldiler. Dışarıda hoş-beş ettikten sonra; “biz Medine Teyzeyi göreceğiz.” dedim. Bir odaya girdik. Sedirde küçücük bir kadın
yatıyordu. Sevimli mi sevimli… Tatlı mı tatlı… Hayat dolu bir insan… Biz içeri
girince yattığı yerden saçını başını düzeltmeye gayret etti. Bir taraftan da;”
Hoş geldiniz. Hoş geldiniz” diyordu. Yanına gittim ellerinden öptüm. “Kimmiş
bu. Gel bakayım ben de senin gözlerinden öpeyim.” dedi. Eğildim gözlerimden
öptü. Bir ana sıcaklığını hissettim. Omuzlarından tutup sedirin üzerine doğrulttum.
Hep gülümsüyordu Medine Teyze. Hiç beklemeden;
”Kaç yaşındasın?” diye sordum.
“Ne o dünürcü mü geldin?”
“Allah’ın emriyle seni
isteyeceğiz.”
“Benden iyi gelin olur.” dedi.
“Harman vakti 114 (yüz on dört) bitecek diye ilave etti. Kulaklarıma
inanamadım. Hatta atıyor diye düşündüm. Çünkü inanılacak gibi değildi. Medine Teyze’nin
yanakları pembe pembeydi. Bana göre en fazla 60 gösteriyordu.
“Çok söyledin Medine Teyze. Sen en
fazla altmışındasın.”
“Oğlan altmış yaşında.”
Gerçekten sordum küçük oğlu Antepli atmış
yaşındaydı.
“Ama çok genç görünüyorsun Medine Teyze,
kalk ayağa yürüsene” dedim.
“Onu hiç sorma. On yıldır
yatıyorum. Belden aşağım felç oldu. Buna da şükür. Sağlığım yerinde.” Derken
gözleri gülüyordu.
“Ne mutlu şükretmesini
bilenlere...” Diye geçirdim içimden. İnsanoğlu şükretmeyi bir bilse, yaşama
sevinci Medine Teyze gibi gözlerinden okunur.
“Gâvurları hatırlıyor musun Medine
Teyze?” diye yüksek sesle söyledim.
“Ne bağırıyorsun. Sağır mı var!”
“Doğru ya ne bağırıyorsun sağır mı
var.” diye kendi kendime söylendim.
“Ne söyleniyon?” dedi. “Benim
kulaklarım sağlam. Sen normal konuş ben duyarım. Kulaklarım genç” diye espri
yaptı.
Şu kadına gülmemek elde değil.
Hayat dolu. Enerjisiyle bizleri gölgede bırakacak kadar sempatik olan bu kadın;
“Bazı gâvurları tanırım,” dedi.
“Ben genç kızdım o zamanlar. Gerçi
bizim köyde yoklardı. Daha çok Hacın’da otururlardı. Bizim köye de gelip
giderlerdi. Komşu köylerde de otururlardı. Onlar da köyümüze gelip giderlerdi.
Biz onlara önceleri “gâvur” demezdik. Senin gibi, benim gibiydiler. Onlar
sonradan gâvur oldular.”
“Ne zaman gâvur oldular Medine
teyze?”
“Müslümanları gırdıktan sonra.”
“Müslümanları ne zaman gırdılar.”
“Hacın garışınca?”
“Hacın ne zaman garıştı?”
“Başka gâvurlar gelince. Fransız
gâvuru gelince…”
“Sen onların geldiğini gördün mü?”
“Bizim köye gelmediler ki göreyim.
Hacın’ a gelmişler. Hacın’ı garıştırıp getmişler.”
“Peki, sen hiç görmedin mi?”
“Elin gâvurunu mu?”
“Yok, bizim gâvuru?”
“Gördüm, gördüm.”
“Nasıl gördün?”
“Bizim köylüler şimdi olduğu gibi,
o zaman da bostanla uğraşırlardı. Davarla uğraşırlardı. Yetiştirdiğimiz malları
Hacın’a ya da Mağara (Tufanbeyli) ya götürür satarlardı. Bir gün köylüler
yüklerini hazırladılar. Eşeklere yüklediler. Mağaraya satmaya gidiyoruz. Ama
çok kalabalıktık ha. Belki elli eşek vardı. Belki yüz kişi vardık. Muhtarınan
imam da vardı. Çok erken yola çıktık. Guşluk vakti obruğu geçtik. Dağlardan
ıslık sesleri gelmeye başladı. Her tarafı gâvur sarmıştı.
Muhtar;
“Heç durman sürün eşekleri” diye
bizi uyardı. Biz de sürdük eşekleri Mağara’ya kadar gittik. Muhtarınan imam
bizi topladı.
“Çabuk malınızı ucuz pahalı satın,
gâvurlar kötülük edeceğe benziyor, garanlık olmadan köye varalım.”
Bizler de malları ucuz ucuz sattık.
Köyümüzden beş kişi tamahlık etti. Mallarını satıp bitiremediler. Muhtar’a da;”
Heç bir şey olmaz, siz gedin” dediler. Onlar orada kaldı. Bizler garanlık
olmadan köyümüze geri geldik. Sonra duyduk ki o beş kişi gâvurlar tarafından
yolda öldürülmüşler. Köyümüze bir daha gelmediler. Cesetlerini bile
bulamadılar.”
“Yani siz erken geldiğiniz için mi
kurtuldunuz?”
“Ecelimiz gelmemiş.”
Sonra Medine Teyzeyle uzun uzun
sohbet ettik. Ermenilerle ilgili duydukları hadiselerden ilginç şeyler anlattı.
Özellikle Gizik Duran’ı anlattı. Ona söylenen ağıtları söyledi. Söylediklerinin
bir kısmını kasete kaydettim. Kaydettiklerimin büyük bir çoğunluğu bu kitabın
konusu olmadığı için Medine Teyze ile yapmış olduğum iki saate yakın sohbetin
tamamını bu kitaba aktarmadım. Ancak bu yaşlı kadının genç bir beyne sahip
olduğunu, olayları bu günkü gibi hatırladığını rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü
Medine Teyzeyi yanıltmak için ne yaptımsa yanıltamadım. Sohbetimizde sık sık
önceki anlattıklarını değiştirerek tekrar sordum. Her sorduğumda önce ne
söylemişse aynısını söyledi. Hatta bir ara beni azarladı.
“Ben onu daha önce sana söyledim.
Anlamadın mı oğlum?” dedi.
Ben saf ve anlamamış rolü yaparak;
“Ama öyle demedin ki.”
“Bak hele bak. Çalıştır teybi,
tekrar dinle,” dedi.
Medine teyzenin çok zeki bir kadın
olduğuna kanaat getirdim. Ne yalan söylüyor. Ne de yanılıyor. İsterdim ki
Medine Teyze Saimbeyli’nin içinde yaşamış ve “Yanık Şehir”den sağ çıkanlardan
biri olmuş olsaydı. Bize ne dramlar anlatırdı. Yine de anlattı. Ancak duyduklarını.
Bana gördükleri lazım olduğu için duyduklarıyla pek ilgilenmedim.
Medine Teyze’nin evinde,samimi bir
ortam içinde öğle yemeğimizi yedik. Vedalaşırken Medine teyzenin gözleri
gülüyordu. Ellerinden öptüm. Gözlerimden öptü. Işıl ışıl gözleriyle bizi yolcu
ederken “yine gel oğlum” diyordu. “kısmet Medine teyze” dedim. Arkamdan el
salladı. O sallanan eli, o ışıl ışıl gözleri, o gülümseyen pembemsi yanakları
bir daha görmedim. Sonra bir haber aldım. Medine Teyze faniler arasına
karışmış. Yani tarihten bir yaprak daha kopmuştu. Geriye kalan Medine Teyze’nin
çekmiş olduğum fotoğrafları, teybe kaydettiğim sesi ve kulaklarımda; “Onu daha
önce söylemiştim. Bak hele bak. Çalıştır teybi, tekrar dinle.” sözleri oldu.
Çalıştırdım teybi tekrar tekrar
dinledim. Ancak ben dinlediğimde sen mekânını değiştirmiştin Medine teyze.
Mekânın cennet olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder