17 Nisan 2013 Çarşamba

KANDİLLİDEN MEDİNE NİNE


KANDİLLİDEN MEDİNE NİNE

27 ŞUBAT 2001 günü öğleden sonra yaşlı bir kadının olduğunu öğrendiğimiz Kandilli Köyü’ne gittik. Kötün beleninde bir dağın yamacında kurulu Kandilli Köyü’nde Antepli lakabı ile tanınan şahsın evine misafir olduk. Evin gelini, kızları, delikanlıları bizi ağırladılar. Köye resmi arabayla geldiğimizi gören köylüler bulunduğumuz eve geldiler. Dışarıda hoş-beş ettikten sonra; “biz Medine Teyzeyi göreceğiz.” dedim.  Bir odaya girdik. Sedirde küçücük bir kadın yatıyordu. Sevimli mi sevimli… Tatlı mı tatlı… Hayat dolu bir insan… Biz içeri girince yattığı yerden saçını başını düzeltmeye gayret etti. Bir taraftan da;” Hoş geldiniz. Hoş geldiniz” diyordu. Yanına gittim ellerinden öptüm. “Kimmiş bu. Gel bakayım ben de senin gözlerinden öpeyim.” dedi. Eğildim gözlerimden öptü. Bir ana sıcaklığını hissettim. Omuzlarından tutup sedirin üzerine doğrulttum. Hep gülümsüyordu Medine Teyze. Hiç beklemeden;
”Kaç yaşındasın?” diye sordum.
“Ne o dünürcü mü geldin?”
“Allah’ın emriyle seni isteyeceğiz.”
“Benden iyi gelin olur.” dedi. “Harman vakti 114 (yüz on dört) bitecek diye ilave etti. Kulaklarıma inanamadım. Hatta atıyor diye düşündüm. Çünkü inanılacak gibi değildi. Medine Teyze’nin yanakları pembe pembeydi. Bana göre en fazla 60 gösteriyordu.
“Çok söyledin Medine Teyze. Sen en fazla altmışındasın.”
“Oğlan altmış yaşında.”
 Gerçekten sordum küçük oğlu Antepli atmış yaşındaydı.
“Ama çok genç görünüyorsun Medine Teyze, kalk ayağa yürüsene” dedim.
“Onu hiç sorma. On yıldır yatıyorum. Belden aşağım felç oldu. Buna da şükür. Sağlığım yerinde.” Derken gözleri gülüyordu.
“Ne mutlu şükretmesini bilenlere...” Diye geçirdim içimden. İnsanoğlu şükretmeyi bir bilse, yaşama sevinci Medine Teyze gibi gözlerinden okunur.
“Gâvurları hatırlıyor musun Medine Teyze?” diye yüksek sesle söyledim.
“Ne bağırıyorsun. Sağır mı var!”
“Doğru ya ne bağırıyorsun sağır mı var.” diye kendi kendime söylendim.
“Ne söyleniyon?” dedi. “Benim kulaklarım sağlam. Sen normal konuş ben duyarım. Kulaklarım genç” diye espri yaptı.
Şu kadına gülmemek elde değil. Hayat dolu. Enerjisiyle bizleri gölgede bırakacak kadar sempatik olan bu kadın;
“Bazı gâvurları tanırım,” dedi.
“Ben genç kızdım o zamanlar. Gerçi bizim köyde yoklardı. Daha çok Hacın’da otururlardı. Bizim köye de gelip giderlerdi. Komşu köylerde de otururlardı. Onlar da köyümüze gelip giderlerdi. Biz onlara önceleri “gâvur” demezdik. Senin gibi, benim gibiydiler. Onlar sonradan gâvur oldular.”
“Ne zaman gâvur oldular Medine teyze?”
“Müslümanları gırdıktan sonra.”
“Müslümanları ne zaman gırdılar.”
“Hacın garışınca?”
“Hacın ne zaman garıştı?”
“Başka gâvurlar gelince. Fransız gâvuru gelince…”
“Sen onların geldiğini gördün mü?”
“Bizim köye gelmediler ki göreyim. Hacın’ a gelmişler. Hacın’ı garıştırıp getmişler.”
“Peki, sen hiç görmedin mi?”
“Elin gâvurunu mu?”
“Yok, bizim gâvuru?”
“Gördüm, gördüm.”
“Nasıl gördün?”
“Bizim köylüler şimdi olduğu gibi, o zaman da bostanla uğraşırlardı. Davarla uğraşırlardı. Yetiştirdiğimiz malları Hacın’a ya da Mağara (Tufanbeyli) ya götürür satarlardı. Bir gün köylüler yüklerini hazırladılar. Eşeklere yüklediler. Mağaraya satmaya gidiyoruz. Ama çok kalabalıktık ha. Belki elli eşek vardı. Belki yüz kişi vardık. Muhtarınan imam da vardı. Çok erken yola çıktık. Guşluk vakti obruğu geçtik. Dağlardan ıslık sesleri gelmeye başladı. Her tarafı gâvur sarmıştı.
Muhtar;
“Heç durman sürün eşekleri” diye bizi uyardı. Biz de sürdük eşekleri Mağara’ya kadar gittik. Muhtarınan imam bizi topladı.
“Çabuk malınızı ucuz pahalı satın, gâvurlar kötülük edeceğe benziyor, garanlık olmadan köye varalım.”
Bizler de malları ucuz ucuz sattık. Köyümüzden beş kişi tamahlık etti. Mallarını satıp bitiremediler. Muhtar’a da;” Heç bir şey olmaz, siz gedin” dediler. Onlar orada kaldı. Bizler garanlık olmadan köyümüze geri geldik. Sonra duyduk ki o beş kişi gâvurlar tarafından yolda öldürülmüşler. Köyümüze bir daha gelmediler. Cesetlerini bile bulamadılar.”
“Yani siz erken geldiğiniz için mi kurtuldunuz?”
“Ecelimiz gelmemiş.”
Sonra Medine Teyzeyle uzun uzun sohbet ettik. Ermenilerle ilgili duydukları hadiselerden ilginç şeyler anlattı. Özellikle Gizik Duran’ı anlattı. Ona söylenen ağıtları söyledi. Söylediklerinin bir kısmını kasete kaydettim. Kaydettiklerimin büyük bir çoğunluğu bu kitabın konusu olmadığı için Medine Teyze ile yapmış olduğum iki saate yakın sohbetin tamamını bu kitaba aktarmadım. Ancak bu yaşlı kadının genç bir beyne sahip olduğunu, olayları bu günkü gibi hatırladığını rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü Medine Teyzeyi yanıltmak için ne yaptımsa yanıltamadım. Sohbetimizde sık sık önceki anlattıklarını değiştirerek tekrar sordum. Her sorduğumda önce ne söylemişse aynısını söyledi. Hatta bir ara beni azarladı.
“Ben onu daha önce sana söyledim. Anlamadın mı oğlum?” dedi.
Ben saf ve anlamamış rolü yaparak;
“Ama öyle demedin ki.”
“Bak hele bak. Çalıştır teybi, tekrar dinle,” dedi.
Medine teyzenin çok zeki bir kadın olduğuna kanaat getirdim. Ne yalan söylüyor. Ne de yanılıyor. İsterdim ki Medine Teyze Saimbeyli’nin içinde yaşamış ve “Yanık Şehir”den sağ çıkanlardan biri olmuş olsaydı. Bize ne dramlar anlatırdı. Yine de anlattı. Ancak duyduklarını. Bana gördükleri lazım olduğu için duyduklarıyla pek ilgilenmedim.
Medine Teyze’nin evinde,samimi bir ortam içinde öğle yemeğimizi yedik. Vedalaşırken Medine teyzenin gözleri gülüyordu. Ellerinden öptüm. Gözlerimden öptü. Işıl ışıl gözleriyle bizi yolcu ederken “yine gel oğlum” diyordu. “kısmet Medine teyze” dedim. Arkamdan el salladı. O sallanan eli, o ışıl ışıl gözleri, o gülümseyen pembemsi yanakları bir daha görmedim. Sonra bir haber aldım. Medine Teyze faniler arasına karışmış. Yani tarihten bir yaprak daha kopmuştu. Geriye kalan Medine Teyze’nin çekmiş olduğum fotoğrafları, teybe kaydettiğim sesi ve kulaklarımda; “Onu daha önce söylemiştim. Bak hele bak. Çalıştır teybi, tekrar dinle.”  sözleri oldu.
Çalıştırdım teybi tekrar tekrar dinledim. Ancak ben dinlediğimde sen mekânını değiştirmiştin Medine teyze.
Mekânın cennet olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder