15 Nisan 2013 Pazartesi

BİR ÖLÜM, BİR GÖREV


 

“Bir Şehidin Kemikleri Sızlıyor”

Tam da, “Hacın Yanık Şehrin Hikâyeleri “ adlı kitabımı bitirmek üzereydim. Takvimler de Aralık ayının başlarını gösteriyordu. Aylardır o kadar yoğun bir çalışma içerisindeydim ki, adeta dünya ile bağlantımı kesmiş, gündüz işlerimle uğraşırken, gece de geç saatlere kadar kitap yazıyordum.

Bir ara, yakınlarım:

”Ali Çapanoğlu çok hastaymış,”dediler.

Hemen telefonuma sarıldım. Telefon ettiğimde karşıma eşi Hülya Hanım çıktı. Hal hatır sordum. Biraz hüzünlü, fakat hüznünü gizlemeye çalışan bir ses tonu ile:

“Ali Abin çok iyi!”dedi.

Konuşmak istedim.

“Şimdi hastanedeyiz, biraz dinleniyor. Selamı var. Durumu gayet iyi.”diye ilave etti.

Aradan kaç gün geçti ki? 11 Aralık 2010 Cumartesi. Geçen birkaç ayın koşturması beni öylesine yormuş ki, hafta sonu tatilini de fırsat bilerek akşamdan erken yattım. Sabah da geç kalktım. Kalktığımda Saimbeyli’ye kış gelmişti. Aylardır bir damla yağmur düşmeyen Saimbeyli’de akşamdan beri yağan yağmur şiddetini artırarak devam ediyordu. Yağmurdan mıdır nedir, gün boyu elektrikler de geldi gitti. 

Saat on gibiydi. Sala okundu. Duru, bu defa salayı o kadar da güzel okudu ki, kahvaltı masasında çay bardağını masaya bırakıp, Duru’nun okuduğu salayı dinledim. Salanın sonunda, Ali Çapanoğlu’nun vefat ettiğini söyleyince içim birden “cız” etti. Dondum kaldım. Ölüm haktır. Bunu hep biliyorum. Son yıllarda ölümü sık sık da hatırlıyorum. Ama nedendir bilmem, ölümü birden Ali Çapanoğlu’na yakıştıramadım. Nasıl yakıştırabilirim ki, Ali Çapanoğlu benden çok büyük değildi. Aramızda ancak üç dört yaş ya var, ya yok. Onu hiç hasta olarak da görmedim. Ama takdiri ilahiye de boyun eğmekten başka yapacağımız bir şey yoktu.

Ali Çapanoğlu’nun ölüm haberini duyar duymaz kahvaltı masasından kalktım. Günlerdir çalışma masamda duran bir mektup vardı.  O mektuba her gün bakardım. Kendi kendime de: “Acaba bu mektubu Hacın Yanık Şehrin Hikâyeleri adlı kitaba koyayım mı, koymayayım mı?” diye de düşünür dururdum. O mektubu bana Ali Çapanoğlu, 25.06.2009’da yazmıştı.

Ali Çapanoğlu benim akrabam olur. Sürekli görüşme imkânımız olmasa da onun okuyan, araştıran, soran, sorgulayan yanını hep sevdim. O bana yazdığı mektup da tıpkı benim gibi Hacın Yanık Şehrin külleri arasında geçmişini arıyordu. Hem de yalansız, riyasız ve gösterişsiz bir şekilde…

Ali Çapanoğlu’nun da; düşünen, soran ve sorgulayan onlarca insan gibi sağlığında çok iyi anlaşıldığını sanmıyorum.  Acaba ölümünden sonra bıraktığı bu mektup bir işe yarar mı? Onu da pek bilmiyorum. Ama bu mektubun Hacın Yanık Şehrin Hikâyeleri arasında olması gerektiğine karar verdim. Belki duyarlı bir yürek bu mektubu ciddiye alır da, o da Hacın Yanık Şehrin küllerinde geçmişini araştırır.

Ali Çapanoğlu, Hakka yürüdü. Bize de bir emanet bıraktı. Biz de bu emaneti, emanetin asıl sahibi olan Türk Milleti’ne ulaştırıyoruz. Düşünmek, sormak, sorgulamak ve gereğini yapmak Türk Milleti’nin asil evlatlarının görevidir.

Mekânın cennet olsun değerli meslektaşım. Sevgili teyzemin torunu…


Merhum Ali Oğuz Çapanoğlu’nun el yazısı ile bıraktığı emaneti…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder