BİR SESSİZLİĞİN HİKÂYESİ
Makbule Hanım, hep sessiz, sakin bir kadın
olarak bilindi. Durgundu, düşünceliydi. Ben kendisini hiç tanımadım. Ama onunla
ilgili kimle konuşsam “Makbule Hanım” dediler de başka bir şey demediler. Ben
de her kadına herkes durup dururken “ Hanım” diye konuşmaz diye merak ettim.
30 Ekim 2010 tarihinde oğlu Güngör
Yazıcıoğlu’nu evinde ziyaret ettim. Onunla ailesi ile ilgili bazı şeyler konuştum.
Resmini çekip, sesini kaydettim.
Güngör Yazıcıoğlu ailesi ile ilgili bazı
hikâyeleri benimle paylaşmıştı. Onun benimle paylaştıklarını akşam kayıttan
tekrar dinleyip, onları yazacaktım. Akşam bilgisayarımın başına oturduğumda
hayal kırıklığına uğradım. Yapmış olduğum kayıtlar bir türlü açılmadı.
Üzüldüm. O kadar emek etmiştim. Gerçi Güngör
Yazıcıoğlu ilçedeydi ama ben tecrübelerimle bir şey öğrenmiştim. İnsanlarla bir
olayı ilk defa konuştuğunuzda yaptığınız kayır her zaman daha güzel oluyordu.
İkinci defa kayıt yapmaya çalıştığınızda o kişiler illa size kayıt anında “Bunu
size daha önce söylemiştim” diyorlar. Allahtan ki Güngör Yazıcıoğlu’nun kayıt
anında söylediklerini kısa kısa da not almıştım. Ancak önceki bilgilerle
yetinmeyip 28 Kasım 2010 günü ikindi namazından sonra Güngör Yazıcıoğlu ile
Saimbeyli Merkez Camii yanındaki parkta bir araya geldik. Ona yine ailesi ile
ilgili sorular sordum. O da aynı bilgileri benimle paylaştı. Ben de sizlerle
paylaşıyorum.
Hacı Ağaların Ali Efendi Hacın’ın varlıklı
ailelerinden. Ticaret erbabı bir kişi… Parası, malı, mülkü var. Herkesle
ticaret yapar. En çok da yaptığı iş hayvancılıktır. Hayvancılık yapmayı bilen
insanları hem tanır, hem de onlarla sıkı bir ilişki içerisindedir. Ali Ağa’nın
parası, hayvancılık yapmayı bilen insanların da iş güçleri birleşince ortaya
iyi bir ticaret çıkar. Ali Ağa uygun zamanlarda, uygun fiyata hayvanlar alır ve
köylerde yaşayan köylülere bu hayvanları beslemeleri için verir. Köylüler de
hayvanları beslerler ve elde edilen geliri usulüne uygun olarak bölüşürler.
Kazanın ileri gelenlerinden olduğu için de
herkes tarafından tanınır. Oğlu Zahit okumuş ve öğretmen olmuş. Kızı Hasibe
Feke Kadısı Kadı Selahattin (Erkıvanç) ile evlidir. Kızı Nazmiye de ablası
Hasibe ile birlikte Feke’de kalmaktadır. Kızı Makbule ise Yazıcıoğlullarından
Bekir ile evlidir. O da Kadirli’de oturmaktadır.
Hacın’ın karışacağı bellidir artık. Feke
kadısı Kadı (Hâkim) Selahattin Efendi bir gün kayınpederi Ali Efendi’ye:
“Baba ortalık karışacak gibi görünüyor, Feke
Hacın’dan daha güvenli bir yer, Hacın karışmadan sizi Feke’ye götürelim” der.
Bu teklif yıllardır Hacın’da yaşayan Ali
Efendi’ye ağır gelir. Teklifi kabul etmez. Nasıl etsin ki? Hacın onun
memleketi. Hayatı Hacın’da geçmiş. Tanınan, varlıklı, hatırı sayılı eşraftan
birisi o… Konu komşu ne der sonra. Demezler mi? “Şu koca Ali Efendi iki
Ermeni’den korktu. Korktu da yıllardır ekmeğini yediği Hacın’ı bıraktı gitti.”
Ayrıca oğlu Zahit henüz yeni öğretmendi. Onu tek başına bırakıp gitmek de
aslında hiç uygun olmazdı.
Gitmedi. Usulüne uygun bir dille damadının
teklifini reddetti.
Eşi Şerife ve kazada öğretmen olan oğlu Zahit
Bey ile birlikte kaldılar.
Ali Efendi’nin cins bir köpeği vardı.
Hayvancılıkla uğraştığı için çoban köpeklerinin en iyisini alır ve beslerdi.
Evinde beslediği köpek de iyi bir çoban köpeğiydi. Bir gün sabah kalktılar ki
köpek ölmüş. Nasıl olurdu, bu köpek eve kimseyi yaklaştırmazdı. Nasıl
öldürmüşlerdi?
Birkaç gün sonra da nasıl öldürüldüğü henüz
öğrenilmeyen bir şekilde Hacı Ağalar’dan Ali Efendi, eşi Şerife ve oğlu
Öğretmen Zahit Bey öldürüldü.
Ali Efendi’nin tellerle boğularak, vücudunun
darp edilerek öldürüldüğü günümüze kadar söylenti olarak geldi.
Eşi Şerife de aynı işkencelerden nasibini
aldı.
Oğlu Zahit, öğretmendi. Bekârdı. Göz dolduran
bir delikanlıydı. Gözünü daldan budaktan esirgemezdi. Yarının ne getireceğini
bilecek kadar da ileri görüşlüydü. Her fırsatta Hacın Türklerinin gençleri ile
bir araya gelir ve durum değerlendirmesi yapardı. Ohennes’in adamları onu
sürekli takip ederlerdi. Kaytancızade Mürsel Efendi’nin oğlu Hüseyin ile
birlikte “Kazada bulunan Türkler ile Mustafa Kemal güçleri arasında irtibat
sağlıyor” diye tutuklandı. Sonra öldürüldü.
Onun
işkence ile öldürülmesi dilden dile dolaştı. Zahit, önce işkenceden geçti. Ayak
tabanlarını demirle dövdüler. Ayak tabanları şişti. Şişen deriyi bıçakla
yüzdüler. Tabanında deri kalmadı. Sonra büyük bir iyilik yapmış gibi:
“Hadi seni bağışladık. Kaç!”dediler.
Zahit ölmediğine sevindi. Can havli ile
kaçmaya çalıştı. Ayak tabanları kan bere içerisindeydi. Ağrılar içinde kaçmaya
çalıştı. Sonra arkadan kurşun yağmuruna tuttular. Sağına soluna korku vermek
için kurşun attılar. Zahit o korku ile kaçtı. Ancak bu defa kurşunlar arkadan
bütün vücuduna girdi. Ağzı üstü yere düşerken son kurşun beynini parçaladı.
O katliamdan Ali Efendi’nin kızı Makbule o
zaman Yazıcıoğullarından Bekir ile evli ve Kadirli’de olduğu için kurtuldu.
Ancak Makbule Hanım’ın yakasını kadersizlik Kadirli’de de bırakmadı. Bir çocuk
annesiyken eşi Bekir sıcak çarpması sonucu öldü. O da kızı Aliye ile birlikte
annesiz, babasız ve kimsesiz kaldı. Kaynanası Emiş Hanım gelinini bırakmadı.
Küçük oğlu Mehmet Celalettin ile evlendirdi.
Makbule Hanım, her yıl 18 Ekim Kurtuluş
Bayramı yapılırken kurtuluş coşkusunu keder olarak yaşadı. Herkes bayram
yaparken o evinin köşesine çekildi ve gözyaşları döktü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder