17 Nisan 2013 Çarşamba

BİR SESSİZLİĞİN HİKÂYESİ


BİR SESSİZLİĞİN HİKÂYESİ
            Makbule Hanım, hep sessiz, sakin bir kadın olarak bilindi. Durgundu, düşünceliydi. Ben kendisini hiç tanımadım. Ama onunla ilgili kimle konuşsam “Makbule Hanım” dediler de başka bir şey demediler. Ben de her kadına herkes durup dururken “ Hanım” diye konuşmaz diye merak ettim.
30 Ekim 2010 tarihinde oğlu Güngör Yazıcıoğlu’nu evinde ziyaret ettim. Onunla ailesi ile ilgili bazı şeyler konuştum. Resmini çekip, sesini kaydettim.
Güngör Yazıcıoğlu ailesi ile ilgili bazı hikâyeleri benimle paylaşmıştı. Onun benimle paylaştıklarını akşam kayıttan tekrar dinleyip, onları yazacaktım. Akşam bilgisayarımın başına oturduğumda hayal kırıklığına uğradım. Yapmış olduğum kayıtlar bir türlü açılmadı.
Üzüldüm. O kadar emek etmiştim. Gerçi Güngör Yazıcıoğlu ilçedeydi ama ben tecrübelerimle bir şey öğrenmiştim. İnsanlarla bir olayı ilk defa konuştuğunuzda yaptığınız kayır her zaman daha güzel oluyordu. İkinci defa kayıt yapmaya çalıştığınızda o kişiler illa size kayıt anında “Bunu size daha önce söylemiştim” diyorlar. Allahtan ki Güngör Yazıcıoğlu’nun kayıt anında söylediklerini kısa kısa da not almıştım. Ancak önceki bilgilerle yetinmeyip 28 Kasım 2010 günü ikindi namazından sonra Güngör Yazıcıoğlu ile Saimbeyli Merkez Camii yanındaki parkta bir araya geldik. Ona yine ailesi ile ilgili sorular sordum. O da aynı bilgileri benimle paylaştı. Ben de sizlerle paylaşıyorum.
Hacı Ağaların Ali Efendi Hacın’ın varlıklı ailelerinden. Ticaret erbabı bir kişi… Parası, malı, mülkü var. Herkesle ticaret yapar. En çok da yaptığı iş hayvancılıktır. Hayvancılık yapmayı bilen insanları hem tanır, hem de onlarla sıkı bir ilişki içerisindedir. Ali Ağa’nın parası, hayvancılık yapmayı bilen insanların da iş güçleri birleşince ortaya iyi bir ticaret çıkar. Ali Ağa uygun zamanlarda, uygun fiyata hayvanlar alır ve köylerde yaşayan köylülere bu hayvanları beslemeleri için verir. Köylüler de hayvanları beslerler ve elde edilen geliri usulüne uygun olarak bölüşürler.
Kazanın ileri gelenlerinden olduğu için de herkes tarafından tanınır. Oğlu Zahit okumuş ve öğretmen olmuş. Kızı Hasibe Feke Kadısı Kadı Selahattin (Erkıvanç) ile evlidir. Kızı Nazmiye de ablası Hasibe ile birlikte Feke’de kalmaktadır. Kızı Makbule ise Yazıcıoğlullarından Bekir ile evlidir. O da Kadirli’de oturmaktadır.
Hacın’ın karışacağı bellidir artık. Feke kadısı Kadı (Hâkim) Selahattin Efendi bir gün kayınpederi Ali Efendi’ye:
“Baba ortalık karışacak gibi görünüyor, Feke Hacın’dan daha güvenli bir yer, Hacın karışmadan sizi Feke’ye götürelim” der.
Bu teklif yıllardır Hacın’da yaşayan Ali Efendi’ye ağır gelir. Teklifi kabul etmez. Nasıl etsin ki? Hacın onun memleketi. Hayatı Hacın’da geçmiş. Tanınan, varlıklı, hatırı sayılı eşraftan birisi o… Konu komşu ne der sonra. Demezler mi? “Şu koca Ali Efendi iki Ermeni’den korktu. Korktu da yıllardır ekmeğini yediği Hacın’ı bıraktı gitti.” Ayrıca oğlu Zahit henüz yeni öğretmendi. Onu tek başına bırakıp gitmek de aslında hiç uygun olmazdı.

Gitmedi. Usulüne uygun bir dille damadının teklifini reddetti.
Eşi Şerife ve kazada öğretmen olan oğlu Zahit Bey ile birlikte kaldılar.
Ali Efendi’nin cins bir köpeği vardı. Hayvancılıkla uğraştığı için çoban köpeklerinin en iyisini alır ve beslerdi. Evinde beslediği köpek de iyi bir çoban köpeğiydi. Bir gün sabah kalktılar ki köpek ölmüş. Nasıl olurdu, bu köpek eve kimseyi yaklaştırmazdı. Nasıl öldürmüşlerdi?
Birkaç gün sonra da nasıl öldürüldüğü henüz öğrenilmeyen bir şekilde Hacı Ağalar’dan Ali Efendi, eşi Şerife ve oğlu Öğretmen Zahit Bey öldürüldü.
Ali Efendi’nin tellerle boğularak, vücudunun darp edilerek öldürüldüğü günümüze kadar söylenti olarak geldi.
Eşi Şerife de aynı işkencelerden nasibini aldı.
Oğlu Zahit, öğretmendi. Bekârdı. Göz dolduran bir delikanlıydı. Gözünü daldan budaktan esirgemezdi. Yarının ne getireceğini bilecek kadar da ileri görüşlüydü. Her fırsatta Hacın Türklerinin gençleri ile bir araya gelir ve durum değerlendirmesi yapardı. Ohennes’in adamları onu sürekli takip ederlerdi. Kaytancızade Mürsel Efendi’nin oğlu Hüseyin ile birlikte “Kazada bulunan Türkler ile Mustafa Kemal güçleri arasında irtibat sağlıyor” diye tutuklandı. Sonra öldürüldü.
 Onun işkence ile öldürülmesi dilden dile dolaştı. Zahit, önce işkenceden geçti. Ayak tabanlarını demirle dövdüler. Ayak tabanları şişti. Şişen deriyi bıçakla yüzdüler. Tabanında deri kalmadı. Sonra büyük bir iyilik yapmış gibi:
“Hadi seni bağışladık. Kaç!”dediler.
Zahit ölmediğine sevindi. Can havli ile kaçmaya çalıştı. Ayak tabanları kan bere içerisindeydi. Ağrılar içinde kaçmaya çalıştı. Sonra arkadan kurşun yağmuruna tuttular. Sağına soluna korku vermek için kurşun attılar. Zahit o korku ile kaçtı. Ancak bu defa kurşunlar arkadan bütün vücuduna girdi. Ağzı üstü yere düşerken son kurşun beynini parçaladı.
O katliamdan Ali Efendi’nin kızı Makbule o zaman Yazıcıoğullarından Bekir ile evli ve Kadirli’de olduğu için kurtuldu. Ancak Makbule Hanım’ın yakasını kadersizlik Kadirli’de de bırakmadı. Bir çocuk annesiyken eşi Bekir sıcak çarpması sonucu öldü. O da kızı Aliye ile birlikte annesiz, babasız ve kimsesiz kaldı. Kaynanası Emiş Hanım gelinini bırakmadı. Küçük oğlu Mehmet Celalettin ile evlendirdi.
Makbule Hanım, her yıl 18 Ekim Kurtuluş Bayramı yapılırken kurtuluş coşkusunu keder olarak yaşadı. Herkes bayram yaparken o evinin köşesine çekildi ve gözyaşları döktü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder