17 Nisan 2013 Çarşamba

HAKKI DULUKLU


KÖR HAKKI
            “Hakkı”
            “Hı!”
            “Hacın’a gidek mi?”
            “Napacac oğlum Hacın da?”
            “Gezerik oğlum!”
            “Sanki cepte para var da, Hacın’da gezecek.”
            “Birer yük odun götürür satarık.”
            “Deme lan!”
            “He valla. Satarık.”
            “Tamam. Gidek.”
            Gürleşen Köyü’nden Abdi ile Hakkı yeni yeni çocukluktan çıkıp gençliğe adım atıyorlardı. Mevsim kıştı. Hava da soğuk… Bir yandan yağmur hafif hafif yağarken onlar şehre gitmenin hevesi ile evlerinde bulunan birer yük meşe odununu atlarına yüklediler.
            Gençlik ateşi vücuda yeni düşmeye başlayınca insanın aklına ne kış gelir, ne de kıyamet. Onların bir derdi var. O da bir an önce Hacın’a gitmek.
Hacın büyük şehirdir. Büyük şehre gidenler de büyük adam olurlar. Büyüdüklerini ispat etmenin yolu da büyük şehre kimseden destek almadan gitmektir. O halde durulacak zaman da yoktur. Mevsim kışmış, yağmur yağıyormuş, hava soğukmuş ne anlamı var. Yüklediler en düzgününden meşe odunlarını atlarına, düştüler Hacın yoluna. Hacın ile Gürleşen Köyü arasını nasıl geldiklerinin farkına bile varmadılar. Sürdüler atlarını Tepe Mahalle’ye.
Çarşı o zaman Tepe Mahalle’deydi. Köylüler kış aylarında at ve eşekle odun getirir Hacın da satarlardı. Gerçi Abdi ile Hakkı daha önce odun getirip satmamışlardı. Ama büyüklerinden duymuşlardı. Duydukları gibi yaptılar. Jandarmaların görmeyeceği bir yere getirdikleri kaçak meşe odunlarını indirdiler. Atların da yularından tutarak Büyük Çarşı’ya gittiler.
Yağmur iyice arttı. Hava iyice soğudu. Onlar yağmura ve soğuğa aldırmadan bir evin saçağına duldalandılar.
“Hakkı!”dedi Abdi.
“Hı!”
“Kime satacağız biz bu odunu?”
“Valla bilmiyom ki, nasıl olsa bir soran olur.”
“Nasıl bilecekler bizim odun getirdiğimizi?”
“Oğlum baksana her halimizden belli... Acele etme sen. Akşam olmadı ya.”
Hakkı ile Abdi bir evin duldasında, ellerinde atlarının ipleri, kendi araların da konuşurken, onları karşı dükkânda izleyen bir adam vardı. O adam bir süre Hakkı ile Abdi’yi süzdü.
İki köy çocuğu hem kendi aralarında konuşuyorlar, hem de üşüyen ellerini ovuşturarak ısınmaya çalışıyorlardı.
Dükkânda misafir olarak bulunan adam, dükkân sahibine sordu:
“Şu çocukları tanıyor musun?”
Dükkân sahibi bozuk Türkçesi ile o çocukları tanımadığını söyledi.
Misafir:
“Sen zengin ve eşraftan bir adamsın. Bu çocuklara yardım etmek ister misin?”
“Nasıl bir yardım edeceğim ki?”
“Bu çocuklar bence bir köyden gelmişler. Atları da var. Muhtemelen odun getirmişler. O odunları satacak yer arıyorlar. Kimseyi bilmedikleri için de o odunları satamıyorlar.”
“Sen de ha. Nerden bildin çocuklar odun getirmişler. Onları da satamamışlar. Uydurdun yine…”
“Bildiklerim doğru ise o çocukların odunlarını alır mısın?”
“Alırım.”
“Ama çocukların dediği fiyata değil, benim dediğim fiyata alacaksın.”
“Tamam. Alırım. Ama ya doğru değilse bildiklerin?”
“O zaman da sen ne dersen ben de onu yaparım.”
“Anlaştık.”
Dükkânda bulunan iki kişi içeride yanan mangalın başında böyle konuştuktan sonra dükkân sahibi dışarı çıkarak:
“Çocuklar, atlarınızı bağlayıp dükkâna gelin bakalım.”dedi.
Abdi ile Hakkı atlarını hemen bağlayarak çağrılan dükkâna koştular. İçeri girdiklerinde dükkân sıcacık geldi onlara. Onlar dükkândaki insanların da kendileri gibi üşüdüklerini sanıyorlardı.
“Selamünaleyküm.”
“Aleykümselâm gençler. Gelin bakalım.”dedi içeride mangalın başında oturan uzun boylu yakışıklı adam.
Gençler içeri girene kadar o adamı görmemişlerdi. Utana sıkıla o adamın yanına vardılar.
Aynı adam:
“Odun mu getirdiniz gençler?”dedi.
Abdi:
“He Emmi odun getirdik.”
“Odunları sattınız mı?”
“Yok, satmadık Emmi. Alan olursa satacağız.”
“Yükünü kaça veriyonuz?”
“40 kuruş Emmi.”
“Meşe odunu mu?”
“He Emmi meşe odunu…”
“Az dedin oğlum. 40 kuruşa meşe odunu olur mu?”
Dükkân sahibini işaret ederek:
“Bak bu emmin senin odunu 80 kuruşa alacak.”dedi. Abdi odununu 80 kuruşa satmanın mutluluğunu yaşarken aynı adam bu defa da Hakkı’ya sordu:
“Sen odununu satmıyor musun delikanlı?”
Hakkı utandı, sıkıldı zoraki bir sesle:
“Satarım Emmi.”dedi.
Aynı adam:
“Sen hangi köylüsün delikanlı?”dedi.
Hakkı:
“Gürleşen Köyü’ndenim Emmi!
“Gürleşen Köyü’nden kimin oğlusun?”
“İbrahim’in oğluyum. Benim babam Yemen’de kaldı. Dedeme Mustafa Onbaşı derler.”dedi.
Aynı adam Mustafa Onbaşı’yı ve oğlu İbrahim’i tanımış gibi başını aşağı yukarı yaparak:
“Hı hı”dedi.
Hakkı’nın babası İbrahim, Hakkı henüz yeni doğmuşken Yemen’e gitmişti. Bir daha da gelmemişti.  Babası gittikten kısa bir süre sonra da anası geçirdiği bir hastalık sonucu hayata veda etmişti. Hakkı henüz iki aylıkken hem anasız hem babasız kalmış ve ona dedesi Mustafa Onbaşı bakmıştı. Konuşan adam sanki bunları biliyor gibi Hakkı’ya sordu:
“Sen kimin yanında kalıyorsun?”
“Ben dedemin yanında kalıyorum.”
Konuşan adam dükkân sahibine dönerek:
“Bu çocuğun da odununu 200 kuruşa aldın değil mi?”dedi.
Adam itiraz etmedi.
“Aldım, aldım.”dedi.
Adam dükkân sahibinden çocukların odun paralarını alarak çocuklara verdi. Abdi 80 kuruş, Hakkı 200 kuruşa odunlarını sattılar. Aynı adam Hakkı’ya sordu:
“Bu parayı şimdi ne yapacaksın?”
Hakkı:
“Dedem kahve tiryakisi, ona kahve alacağım. Bir de tütün, şeker alacağım.”
Aynı adam bu defa da Abdi’ye sordu:
“Sen ne alacaksın?”
Abdi de alacaklarını söyledi.
Adam dükkân sahibine:
“Çocukların istediklerini tart bakalım.”dedi.
Dükkân sahibi çocukların istediklerini tarttı. Çocukların heybesine koydu. Tam çocuklar çıkarttı ki para verecekler:
“Çocuklar paranızı cebinize koyun bakalım.”dedi aynı adam. Ayağa kalktı, çocukların aldıkları eşyaların parasını dükkân sahibine kendisi ödedi. Hakkı’ya dönerek:
“Hadi çocuklar, güle güle gidin.”dedi.
Çocuklar şaşırdı.
Hakkı:
“Emmi, ben bunları köye götürsem dedem bana varınca soracak, sen bunları nereden aldın?  Ben dedeme ne diyeyim?”
“Oğlum, sen dedene, Genco Çavuş’un sana selamı var, dersen sana bir şey demez. O beni bilir. Mustafa Onbaşı’ya çok selam söyle. Sizde bir daha önceden müşteri bulmadan bu soğukta odun satmaya gelmeyin.”der.
Gözleri kör olmasa da, lakabı Kör Hakkı olan Hakkı Duluklu bu hikâyeyi çocukları ve torunlarına defalarca anlattı. Ölene kadar da her yıl Saimbeyli’nin düşman işgalinden kurtuluşunun yıldönümü olan 18 Ekim de üzerine çete elbisesi giyerek çeteler arasında yerini aldı.
Mekânı cennet olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder