17 Nisan 2013 Çarşamba

HACIAĞALARIN ŞABAN AĞA VEYA AYŞE TEYZE


HACIAĞALARIN ŞABAN AĞA VEYA AYŞE TEYZE

Hasan Abi’yi çocukluğumdan beri bilirim. Sadece Hasan Abi’yi değil, babasını, anasını, kardeşlerini, çocuklarını da bilirim. Doğduğum evle Şaban Hasan’ın evinin arası elli metre ya var ya yok. 01.11.2010 günü doğduğum mahalleye gitmiştim. Elimde de fotoğraf makinem vardı. Baktım ki Hasan Abi aşağıdan yukarıya geliyor. Onunla biraz yarenlik ettik ve onun fotoğrafını çektim.
Nereden geldiyse aklıma babası Şaban Emmi geldi. Onun babasına mahallede Hacı Ağaların Şaban derlerdi. Rahmetli Şaban Emmi’yi ben hep çete kıyafeti ile hatırlarım. Ben çocukken ilçemizin kurtuluş bayramı çok heyecanlı olurdu. Erkekler çete olmaya çok heveslilerdi. Bizim mahallede çete başı Şaban Emmi olurdu. Mahallenin gençleri, yaşlıları ve yeni yetişen erkek çocukları da Şaban Emmi’nin çetesi olurdu. Sabahın erken saatlerinde Kale sekisi mevkiinden silah sesleri duyulurdu. Ben çete olacak yaşta değilmişim demek ki o çeteleri penceremizden seyrederdim.
Çeteler kuru sıkı dolma tüfeklerine doldurdukları karabarutu bir hevesle patlatırlardı. Nizami bir ordu gibi Şaban Emmi’nin emirlerine uyarak ilçe merkezine doğru gelerek bizim evimizin önünden geçerlerdi. Hasan Abi’yi görünce aklıma o günler geldi. Babası Şaban Emmi’nin bir yığın hikâyesi vardı. Mutlaka onun da yanık şehrin küllerinde anıları kalmıştı.
Hiç vakit kaybetmeden Hasan Abi’ye sordum:
-Hasan Abi, sen kaç doğumlusun?
-1933
-Babana kim derlerdi?
-Hacıağaların Şaban!
-Hacıağaların Şaban, Hacın’ın yerlisi mi?
-Evet, yerlisi.
-Hacın’da yakınlarından kimse öldürüldü mü?
Bu soruyu sorduğumda Hasan Abi’nin gözleri hemen buğulandı. Hiç tereddüt etmeden:
-Teyzemi öldürdüler, dedi.
-Teyzen kimin kızı?
-Umut Hasan’ın kızı!
-Teyzeni nerede öldürmüşler?
Bulunduğu yerden hafif sola dönerek ve işaret parmağı ile göstererek:
-Şu Emin Hoca’nın evini görüyon mu? Makbule ablanın evini?
-Evet, dedim.
-İşte o evin hemen arka tarafında bir mağara var. Teyzemin cesedi o mağarada bulunmuş.
-Cesedi kim bulmuş?
-Babam bulmuş, dedi. Sonra başladı anlatmaya.
“Teyzemin adı Fındık… Çok güzel bir kızmış. Bir de hikâyesi var. Ona bir keklik âşık olmuş. Kanatlarını çırpa çırpa gelir teyzemin üzerine konarmış. Onun yanından ayrılmazmış. Teyzemin uzun siyah saçları varmış. Onu öldürmüşler.”
“Onu öldürmüşler” derken yutkundu. Ona sordum:
-Yalnız teyzeni mi öldürmüşler?
-Yok, çok kişi öldürmüşler. Teyzemin ölüsünün bulunduğu mağarada en az elli kişiyi öldürmüşler.
-Kim söyledi sana bunları?
-Babam söyledi. Teyzemin cesedini babam bulmuş. Siyah saçlarından tanımış. Ona işkence yaparak öldürmüşler. Tanınmaz olmuş.
-Babandan başka bir şey duydun mu?
-Babam anlatırdı. Kırk Türk kızını Ermeniler esir almışlar. Onları hükümet konağına götürmüşler. Sonra o kızlardan otuz yedisin akıbetinden haber alınamamış. Üç kız kalmış. Kızlardan birisinin adı Halime’ymiş. Halime’nin bir de türküsü var.
-Türküyü de biliyor musun?
-Biliyorum, dedi. Başladı söylemeye:

“Kırk kız idik bir kalede bastılar
Otuz yedimizi birden kestiler
İçimizden üçümüzü seçtiler
Dini bir uğruna giden yavrular

Evimizin önünde bir binek taşı
Çekin kır atı da binsin yüz başı
Önüne katmış da çavuş, onbaşı
Dini bir uğruna giden yavrular

Havluya geldim de kapı kapalı
Yüzbaşılar geliyor eli sopalı
Önüne katmışta körü topalı
Dini bir uğruna giden yavrular

Aslımı sorarsan huri kızıyım
Ak kâğıt üstünde kara yazıyım
Gölgede beslenmiş emlik kuzuyum
Dini bir uğruna giden yavrular

Adımı sorarsan Benli Helime
Keşiş el uzattı gonca gülüme
Benden selam söylen Sultan Selim’e
Dini bir uğruna giden yavrular”

-Hasan Abi, bu türküyü kimden öğrendin?
Hiç tereddüt etmeden:
-Babamdan öğrendim, dedi.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra Hacı Ağaların Şaban’ın oğlu Hacı Akçalın eşi Pakize Abla ile konuştum. Ona da benzer sorular sordum.
-Pakize Abla, sen kimin gelinisin?
-Hacı Ağaların Şaban’ın geliniyim.
-Kaç yaşındasın?
-84 yaşındayım.
Şaban Emmi’nin evi ile Pakize Abla’nın evleri yan yanaydı. Sanki bir ev gibi sürekli birlikte olurlardı. Bunu bildiğim için ona sordum:
-Şaban Emmi’nin yanına kimler gelirdi? Neler konuşurlardı?
-İbrahim Efendi gelirdi. Babası Cemal Efendi.  Mehmet Efendi gelirdi. Hilmi Abi gelirdi.  Bunlar otururlar, eski zamanlarda, olandan bitenden konuşurlardı. Başka lafları olmazdı. Ya askerlik anlılarını, ya da Hacın’da yapılanları anlatırlardı. Kayınbabam on üç sene askerlik yapmış. Oradan geldikten sonra Hacın harbi çıkmış. Ona katılmış. Ne bileyim bir sürü eziyet çekmişler.
-Kayınbabanın bir kızının öldürüldüğünü duydum. Doğru mu?
-Kayınbabamın değil. Kaynanamın kızı öldürüldü.
-Anlamadım?
-Kaynanam önce Darendeli bir adamla evlenmiş. Ben o adamın adını bilmiyorum. Ondan da bir kızı olmuş. Bir kızı olduktan sonra adam askere gitmiş. Çanakkale’de şehit olmuş. İşte o kız çocuğu Hacın’da öldürüldü.
-Bunları kaynanan mı anlattı?
-Evet, kaynanam anlattı.
-Başka ölen olmuş mu?
-Olmuş tabi. Kaynanamın babası Hacı, anası Gadem, bacısı Fındık, bir kızı, daha birçokları öldürülmüş.
            Pakize Abla bunları anlattıktan bir iki gün sonra onun kayını Hasan Akçal’ı tekrar buldum. Ona da sordum. O da aynı Pakize Abla’nın verdiği bilgileri doğruladı. Ancak bir ilave etti. Kardeşimin adı Elif’miş.
            Nice Elifler gibi Hacıağaların Ayşe’nin kızı Elif de Hacın’ın yanığında unutuldu gitti. Onun ölümünü unutmayan sadece bir kişi kaldı. O da anası Ayşe…
Ayşe Teyzeyi ben bilirdim. Bizim evden çarşıya giderken ve gelirken hep onların evlerinin önünden geçerdim. Yol kenarındaki engin evlerinin avlusuna çıkar bir iskemlede otururdu. Oturduğu yerde öyle derin derin düşünürdü ki, yanından geçtiğimizi bile fark etmezdi.  Ben de kendi kendime “Yaşlılık işte, kapıya konulacak şey değil. Ayşe Teyze’nin yanından geçiyoruz da haberi bile olmuyor.”diye düşünürdüm. Ne bileyim Ayşe Teyze’nin yüreğinin bir parçasının Çanakkale’de, diğer parçasının Hacın’da yandığını.
Benim de yüreğimden birkaç mısra onun için döküldü:

AYŞE TEYZE
Hep yüreği yanık, boynu büküktü.
Dalar giderdi toprağın karasına.
 Derdini toplardı sanki iki döşün arasına.
 Arada bir vururdu bağrının ortasına.
Dedim, Ayşe Teyze nedir halin?
Dedi, konuşmaz dilim.
Dedim, neden nemlidir gözlerin?
Dikti gözlerini kara toprağa,
Sonra baktı koca dağa
Fısıltı ile bir ses çıktı dudaklarından:
-Yoldaşım Çanakkale’de verdi canı,
Elifi’im Hacın’a kattı kanını…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder