17 Nisan 2013 Çarşamba

KANA DOYMADILAR


KANA DOYMADILAR
            Savaş biteli bir yıl oldu. Savaş bu, kural bilir mi? Hacın’ı görseydiniz, kan gölüydü. Hacın aylarca yandı. Dumanlar kara kara buluta dönüştü. Şehrin içerisinde gezmek adeta imkânsızdı. Her tarafta yanık kokusu… İnsan ölüleri ortalara serilmiş. Ağır bir koku sarmış her yeri.
Mevsim ilkbahar. Toroslarda kır çiçekleri açmış. Dağlar yeşilliğine bürünmüştü. Dağlar yeşerdi mi, Yörüklerin kanı sıvılaşır. Dağlar çeker onları. Sümbülleri koklamadan, kengeri yemeden duramazlar. Dağlar sevdadır Yörük’e… Çam kokularını özler. Koyunun kuzuya, oğlağın keçiye kavuşma anı huzurdur. Devesine bindi mi dağlar küçülür gözlerinde. Bir çırpıda en yükseğine çıkmak ister tepenin. Yükseklere, daha yükseklere çıkmak, rüzgârın en delisini bağrına toplamak ister. Ciğerleri yükseklerde doyar ancak. Savaş varmış, eşkıya dağda gezermiş, kurdu, çakalı korku salarmış… Ne fark eder. Yörük özgürlük ister. Dağlar onun özgürlüğüdür. Rızkını ardıç cüleğinden bile toplasa yeter. Yeter ki dağlar olsun. Yeter ki Süt Tepesi sütsüzlük yapmasın. Yeter ki ağustos sıcağını Kozan’da yaşamasın. Kozan yakar onu, kavurur. Dünyada cehennemi yaşamak ölüm gelir Yörük’e.
Aylardan nisan. Yıl 1921. Ekiz Mehmet “hazırlanın “dedi aşirete.
—Hazırlanın gidiyoruz.
 Kimse nereye diye sormadı bile. Dağlara susamışları. Çevreden birkaç eş dost Ekiz Mehmet’in kararını duydu. Belki söz dinler diye Ekiz Mehmet’in kıl çadırına koştular.
—Yapma Mehmet. Hacın daha kan kokuyor. Dağlar daha güvenli değil.
Dinler mi Ekiz Mehmet? O dinlese çocuklar dinler mi? Bir ara Mahmut’un gözlerine baktı. Mahmut, Ekiz Mehmet’in oğlu. 11–12 yaşlarında. Kaşlarını çatmıştı. Babasına kaş altından bakıyordu. Sanki babası cayacak gibi. “Cayma” dercesine yalvaran bir gözle… Büyük oğlan Hacı daha hiddetli… Gelenlere sanki neden geldiniz. Biz dağlara çıkmak istiyoruz.  Süt Tepesi bizi bekliyor. Şimdi tam nanelerin filizlenmeye başladığı mevsim. Keşke babası caymasa…
Caymadı Ekiz Mehmet. Toparlandılar birkaç gün içerisinde. Yörük çabuk toparlanır. Konmak-göçmek onlar için iki dakikalık iştir. Develere sarıldı yükler. Koyunların, keçilerin yönünü çevirdiler Toroslara. Büyükler önde, küçükler arkada… Ver elini Hacın.  
Hacın elini verdi. Yörükler Hacıdan geçtiler. Daha yukarılara. Süt Tepesi’nin kuzeyine kurdular çadırlarını. Beslediler koyunlarını kuzularını. Oğlaklar serpildi, kuzular koyuna dönüştü. Bahar gitti. Yaz gitti. Mevsim güze döndü. Artık son güzdür. Baharda süt tepesine yetişen kuzular, koyun oldu. Kötürüm koyunlar hoplayıp zıpladı. Develer yünlerini değiştirdi.
 Bir dedikodudur yayılmaya başladı çevrede. Dağlarda Ermeni eşkıyaları geziyormuş. Oysa savaş biteli bir yıl oldu. İnanmadı Ekiz Mehmet. İnanmadı çocukları. Yaşlılar temkinli olmak lazım gelir dediyse de aldırmadılar. Hoş aldırsalar ne yazar. Dağların her yerinde jandarma gezemez ki… Zaten asker olacak adam mı kaldı? Savaş ne ocaklar batırdı. Hacın’da Hacınlı mı kaldı? Kime ne anlatırsın ki? Dağlar sessiz. Dağlar her şeyi bağrında barındırır. Ceylanlara, kekliklere, rengârenk kuşlara bağrını açan dağlar; ayıya, kurda, çakala da bağrını açar. Öyle de oldu.
Artık güz göçü başlayacaktır. Birkaç gün sonra Yörükler kışın sıcağı çok olan Kozan’a göçeceklerdir. Ama biraz daha beklemek lazım… Dağlarda kaç gün kalırlarsa o kadar kârdır.  Sarıgeçili Yörükleri nedense hiç bırakmak istemezler Süt Tepesi’ne yakın yerleri. Kışın buraları kar iyice doldurmasa düz ovaya inmeyi hiç istemezler. Çocuklar bakın. Ne büyük zevkle çebiçleri otlatıyorlar.
Vakit öğle vaktiydi. Acıkmıştı Hacı ve Mahmut. Kezban ana alelacele yumurta kaynattı. Süt koydu sofraya. Bir de taş kömbesi. Kırdılar yumrukla soğanı. Bulgur pilavı eksik olmazdı sofrada. İki kaşık aldı Hacı pilavdan. Haşlanmış yumurtanın yarısını yedi. Mahmut ekmeğini süte bandı. İki lokma ağzına ya aldı ya almadı. Dağlardan koyunlar meleşmeye başladı. Köpekler acı acı uludu. Bir tedirginlik çöktü bütün canlılara. Süte bandığı ekmeği boğazından aşmadı Mahmut’un.  Hacı biraz daha telaşlı…
—Yetiş dedi Mahmut’a. Yetiş gidelim. Koyuna kurt girdi galiba.
Mahmut son lokmasını sütün içinde bıraktı. Son lokmayı ağzına bile almadı. Nasıl alsın koyuna kurt girmiş. Koyun onun gözü. Elinde büyüdü çoğu. Ya kurt kapasa? Yeldiler Süt Tepesi’ne doğru. Ellerinde birer parça ekmek… Koşarak ekmekten kemirdiler. Kuru ekmek boğazlarına takıldı mı onun bile farkında değildiler. Bir ara Mahmut’un aklına sütün içinde bıraktığı son lokması geldi. Geri dönüp onu yemek istedi. Kuzuların acı acı melemesini duydu. Dönmedi geriye koştu kuzulardan yana. Süt Tepesi’ni koyunlar, keçiler sarmıştı. Dağ taş koyun keçi. Sağa sola baktılar. Bir şey göremediler. Koyunlar sakinleşmişti. Demek ki bir ara birkaç kurt geldi. Köpeklerin havlamasından korkup kaçtılar diye düşündüler.
  Babaları Ekiz Mehmet arkadan yetişti. Baktı ortalık sakin. Sabahtan beri de yemek yememişti. Ama çocuklarına:
      Hadi, siz gidin yemeğinizi yiyin, dedi.
Hacı,
      Biz biraz yedik. Sen hiç yemedin baba…
      Çocuklar ben açlığa dayanırım. Siz gidin yiyin.
Çocuklar gitmediler. Babalarını yemeğe gönderdiler. Kendileri koyunun başında kaldılar. Koca bir sürü. Dağı taşı kaplamış. Koyunla keçiyi aynı yerde otlatmak da zor… Koyun ağır hareket eder. Sıcağı görünce kafa kafaya verir. Birbirinden ayırmazsın. Keçi öyle değildir. Keçi dağ taş dinlemez. Ağaçların tepesine kadar uzanır. Ne bulursa yer. Ama bir çığlıkla bir araya toplanır. Onun için keçilerin başına Mahmut geçti. Koyunları Hacı otlatıyordu. Bir ara Hacı bir tıkırtı duyar gibi etmişti. Ama ne olduğunu anlamadı. Köpekler de acıkmışlar babaları Ekiz Mehmet’in arkasına takılıp gitmişlerdi. Bir anda Hacın’ın karşısında iki silahlı adam belirdi. Silahlarını Hacı’ya çevirdiler. Hacı ne yapacağını şaşırdı. Hemen tepenin öbür yüzündeki Mahmut aklına geldi.
—Mahmut! Kaç! diye bağırdı ancak. 
Mahmut duydu mu? Bilinmez.
Hacı kaçmayı denedi. Bir silah sesi ile yere yığıldı. Yuvarlandı Süt Tepesi’nden aşağıya.
İkinci silahlı üzerine atladı. Silahın kabzası ile Hacı’nın kafasına kafasına vurdu. Sonra diğer arkadaşı geldi. Hacı’nın zaten kıprar hali kalmamıştı. Tutup bacağından yerde sürüklediler. Çadırların göremeyeceği bir yere doğru sürüyerek götürdüler. Bir ara ayıkır gibi oldu Hacı. Doğrulmaya çalıştı. Tekmeyi yedi böğrüne. Hacı’yı götürdükleri yerde bir başka manzara daha vardı. Üç kişi de Mahmut’u yakalamıştı. Ellerini arkadan bağlamışlardı. Yüzü kanlar içerisindeydi. Şakağından kan akıyordu. Duyduğu seslere doğru başını çevirdi. Gözlerini aralamaya çalıştı. Gelenleri tanımak istiyordu.
            —Al dedi pos bıyıklı iri yarı adam. Al. İşte abin de geldi. 
            Yarım yamalak bir “abi” diye zor söyledi Mahmut. Tekme omzuna indi. Ağzı aşağı yere yapıştı Mahmut.
Beş kişiydiler. Beşi de silahlı. Kendi aralarında Ermenice konuştular. Hacın Ermenilerindendi hepsi. Gitmemişlerdi. Ne kadar Türk öldürürsek o kârdır diye dağlara kaçmışlardı. Dağda yalnız buldukları insanları öldürerek intikam almayı planlamışlardı. Eli silahlı Türklerle de karşılaşmamak için azami dikkat göstermişlerdi. Bunlar çocuktu. Ne direneceklerdi. Oysa günlerdir süt tepesinin etrafında dolaşıyorlardı. Eli silahlı çobanları görüyorlardı. Ekiz Mehmet’i, Deli Kerim’i ve diğer eli silahlı çobanları görüyorlardı. Onlara bulaşmak işlerine gelmemişti. Ya direnirlerse. Can tatlı. Canlarını tehlikeye atacak yürek mi vardı onlarda? Hacı ne ki? Yaşı daha on beş.  Ya Mahmut? On ikisinde. İşte tam onlara göre. Onlar çocuk öldürürler sadece. Güçsüz insanlara saldırırlar. Yaşlılara eziyet ederler. Bebekleri katlederler. Daha birkaç gün önce bu eşkıyalar Yahyalı Çamlıca (Faroşa)’da Güllü karının kocası Köle Mahmut’u kesmemişler miydi? İşleri adam kesmekti. Güçsüz insanları. Çocukları… Acımadılar. En ufak bir yürek huzursuzluğu hissetmediler. İki çocuğun da ellerini arkaya bağladılar. Hacı biraz direndi. Ama Mahmut. Ama Mahmut. Direnecek gücü mü vardı çocuğun?
İri yarı olan çocuklara sordu.
—Kaç silah var evinizde?
—20 dedi Hacı.
—Kaç adam var aşirette?
—100 dedi Hacı.
Adam öfkelendi.
      Dalga mı geçiyorsun bizimle? Biz günlerdir evi gözetliyoruz. Topu topu beş adam var.
      Siz öyle sanın, dedi Hacı.
      Neredeler peki?
      Evin altındalar.
      Evin altında mahzen mi var?
      He dedi Hacı.
Dedi demesine de tekmeyi yedi çenesinin üstüne. Sırt üstü yere düştü. İki adam kollarından tutup tekrar doğrulttular.
      Şimdi göreceksin.
Dedi iri yarı adam. Nefes bile almadan:
      Kesin çocuğu! diye emrini verdi.
Hiç zaman kaybetmedi gözü dönmüşler. Oğlak keser gibi Mahmut’un başını gövdesinden ayırdılar. Başı yuvarlandı Süt Tepesi’nden aşağıya. Gövdesi, başı kesilen tavuk gibi çırpındı. Ne bir ses ne bir soluk… Çırpındı gövde. Yuvarlandı baş.  Pis pis güldüler. Top gibi yuvarlanıyor diye alay ettiler.
—Köpekler.
Dedi sadece Hacı. Sonra köpekleri geldi aklına. Hepsi asildi. Onun köpekleri bile eli bağlı çocuğa saldırmazdı. Onun köpekleri bile böyle acımasız olmazdı.
İlerilerden köpek sesleri duyuldu. Koyunlar, keçiler birbirine karıştı. Kan kokusu keçileri, koyunları tedirgin etti. Bağırdıkça bağırdı koyunlar. Meledikçe meledi. Ortalık karıştı. Eşkıyalar ne yapacaklarını şaşırdı.
      Bir an önce kaçmalı. Şimdi köpekler gelecek. İşimiz kötü.
Dedi iri yarı olanı. Kaçmaya başladılar. Beş adım ya attılar ya atmadılar.
      Durun! Öbürünü de öldürelim. Yoksa gittiğimiz yeri söyler. Kaç kişi olduğumuz bilinir.
Geri döndüler. Çullandılar Hacı’nın üzerine. Hacı’yı kesmek, Mahmut’u kesmek kadar kolay olmadı. Hacı direndi. Vermek istemedi başını. Tekmeyi yedi kuluncuna. Ağzı aşağı kapandı yere. Başından tuttu birisi. Diğeri bıçağı boğazına sürdü. Bir ses duyuldu ancak. Acı ile inleyen. Başı tam kopmadı Hacının. Ama seriliverdi yere.
      Çabuk uzaklaşalım. Şimdi köpekler gelir.
Arkalarına bile bakmadan kaçtılar. Ormanların arasına. Cöbük’e doğru koşular. Obruk tarafına. Yani tepenin öbür yüzüne…
Olay yerine ilk Kır Ese geldi. Gördüklerine inanamadı. Ne yapacağını şaşırdı. Bir aşağı bir yukarı koçtu. Şaşkındı. Koyunlara, keçilere koştu. Her yer kandı. Kanı hâlâ ılık ılık akan Hacı’ya sarıldı.
—Ses ver Hacı! Ses Ver Hacı!
Ne sesi. Ses mi kalmıştı. Hacı’yı omzundan kavradı. Kendine çekti. Hacı’nın başı gövdesinden aşağı sarktı. Ayrılmak üzereydi baş gövdeden. Sadece deri tutuyordu. Silahı elinden düştü. Ne yapacağını şaşırdı.
—Hadi, hadi, hadi dedi kendi kendince. Ne söylediğini kendisi anladı. Ne ses verdi Hacı.
Aklına silahı geldi. Kaptığı gibi silahı;
—Kaçmayın. Kaçmayın. Kaçmayın. Erkekseniz kaçmayın diye bağırabildiği kadar bağırdı.  İki el ateş etti sağa sola. Sonra kendisine gelir gibi oldu. Koştu Süt Tepesi’nin Sarnıç’a bakan tarafına. Bağırdıkça bağırdı. Silahını gökyüzüne çevirdi. Ne kadar kurşunu varsa boşalttı.
Acı ses çabuk duyuldu. Bir figandır koptu çadırlarda. Ne olduğunu anlamadılar ama kötü bir şey olduğunu bildiler. Kadın, kız, genç, yaşlı, çoluk çocuk Süt Tepesi’ne doğru koştular. Ellerine değnekler aldılar. Köpekler önde insanlar arkada Süt Tepesi’ne tırmandılar. Uzadıkça uzadı Süt Tepesi sanki. Yoruldu ihtiyarlar. Çocuklar koşamaz oldu. Hiç kesilmedi Kır Esenin bağırması. Kır Ese sağa sola koşturuyor. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
—Anam öldük. Anam öldük. Yetişin gurbanlar. Çocukları yediler diye bağırıyordu.
Tepeye ilk varan Kerim oldu. Kerim, Hacı ile Mahmut’un büyük ağabeyleriydi.
-          Ne oldu Ese? Ne oldu Ese?
-          Gittiler, gittiler, gittiler.
Bir şey anlamadı Kerim. Bir ara kurtları düşündü. Mutlaka kurtlar sürüye gelmişti. Onlar da gitmişti. Ne olacaktı sanki. Belki üç beş koyunu kurt almıştı. Olsun. Mal değil mi. Telefi de olur kalanı da.
—Yeter Ese. Yeter Ese. Canımız sağ olsun.
—Can gitti. Can gitti. Kerim… Can gitti.
İşte o anda ne olduysa oldu. Kerim yerde kanlar içerisinde kardeşi Hacı’yı gördü. Hacı’ya koştu. Hacı’ya sarıldı. Hacı’nın cansız bedenini kucağına aldı. Ağladı. Ağladı. Ağladı. Sonra güldü. Tekrar ağladı. Kerem’in dengesiz halini gören Ese iki tokat attı Kerem’e.  Kerem kendine gelir gibi etti.
—Mahmut nerde Ese, dedi.
Ese, beş metre uzaklıktaki Mahmut’un ölüsünü gösterdi. Göstermez olaydı. Kerim kendinden geçti. Avazı çıktığı kadar bağırdı. Taşlara vurdu kafasını. Üstünü başını yırttı. Yuvarlandı Süt Tepesi’nden aşağıya. Arkadan gelenlerde yetişti. Cesetleri her gören bir çığlık attı. Çığlıklar çığlıklara karıştı. Süt Tepesi ana baba günü oldu bir saat içerisinde. Kıyamet süt tepesinde koptu.  İki çul getirdiler Süt Tepesi’ne. Cesetleri çula yatırdılar. Mahmut’un başını on metre vücudundan on metre aşağıda ardıç çalısının içinde buldular. Gövde ile başı birleştirip bir çulun içerine koydular. Davarları kendi başına bırakıp Sarnıç’a doğru yürüdüler.
Sarnıç bir kuyunun adıydı. Yöreye de Sarnıç kendi adını verdi. Ama Sarnıç, Sarnıç olalı böyle bir olaya şahit olmamıştı. Dilden dile olaylar anlatıldı. Duymayan kalmadı. Bir gün içinde Sarnıç mahşer yerine döndü. Eli silahlı insanlar geldi. Gençleri yenmek zordu. Hep bağırdılar. Bağırdılar. Bağırdılar. Lanet okudular böyle düşmanlığa. Düşman dediğin mert olmalıydı. Ama nerede o? Ermeni bunu hiçbir zaman yapmadı ki. Hep arkadan vurmayı öğrendi. Hep güçsüzlere saldırdı. Hep başkalarının maşası oldu.
Lanet okudu Sarnıç’ın başında insanlar. Öfkelerini bağırarak yenmeye çalıştılar. İki taze bedeni toprağa gömmek kolay mıydı? Hiç kolay olmadı. Ağlayanları susturacak söz bulamadı insanlar. Hep birden ağladılar, hep birden çığlıklar attılar. Dağ taş hep şahit oldu. Şehitlik mertebesine ulaşan iki körpe bedeni Sarnıç’a yakın bir yerde bulunan armut ağacının dibine getirdiler. Armudun gölgesinde kuyudan çekilen su ile yıkadılar. Her su döküldüğünde kanlar aktı. Akan kanlar bayrak oldu. Bayraklaştı Hacı, bayraklaştı Mahmut. Ama zordu. İnsanların dayanır gücü kalmamıştı. Defnedeceklerdi kara toprağa bir beze sararak. Hacı’yı sarmak biraz kolay oldu. Çünkü Hacı’nın başı gövdeden ayrılmamıştı. Ama Mahmut’u beze sarmak hiç kolay olmadı. Önce bezi yere serdiler. Mahmut’un başsız gövdesini yatırdılar beyaz kefenin üzerine. Beyazlık birden ala kanlara büründü. Başı başka birisinin kucağındaydı. Getirdi. Gövdeye yapıştırmaya çalıştı. Baş yuvarlandı. Gövdeden ayrılıverdi. Çığlıklar yükseldi birden. İnsanların özü bay vermedi. Alelacele sarıp sarmaladılar. Kazılan iki mezara yan yana iki kardeşi defnettiler.
Mahmut’un süt tabağında bıraktığı son lokması mezarının üzerine konuldu. Kuşlara yem oldu son lokma.
Mezarları Sarnıçta, armut ağacına yakın bir yerde uzanacak bir el bekliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder