17 Nisan 2013 Çarşamba

SAVAŞA ZORLANAN BİR MİLLETİN DRAMI


SAVAŞA ZORLANAN BİR MİLLETİN DRAMI

            Her yıl Nisan ayında bir tedirginlik yaşarız. Televizyonlar, radyolar, gazeteler, kahvede vatandaşlar, evde aileler hep aynı şeyi konuşuruz. “Acaba bu yıl ABD başkanı ne diyecek? Soykırım kelimesini kullanacak mı?”
            Aynı tedirginliği Fransız meclisinde “Soykırım” yasa tasarısı oylanırken de yaşamıştık. İçimizden “yok canım kabul edilmez” diyenler de oldu, kabul edilince mendil sallayıp oynayanlar da…
            Bir gün de baktık ki ülkenin kelli felli “aydın” tabakası çıktı televizyon kanallarına “Biz Ermenilerden özür diliyoruz.”dediler. İçimizden birilerinin çıkıp böyle sözler söylemesi elbette kanımıza dokunuyor. Onlar böyle yaparlarken başkalarına diyecek sözümüz de kalmıyor.
Ben tarihi araştırırken en çok da Fransızların pişkinliğine şaşırıyorum. Resmen dünyanın hafızası ile alay ediyorlar. Ermenileri dün olduğu gibi bu gün de kullanmaya devam ediyorlar.
Şöyle çok değil 2001 yılına gidip bir hatırlayalım.

            O günlerde Fransız meclisinden alınan kararı gazetelerimizden okuduk, televizyonlarımızdan ibret ve dehşetle seyrettik. Gördüğümüz acı gerçek; Fransız, Ermeni ve onların işbirlikçileri bizleri “soykırım” yapmakla suçluyorlar. Bunlara karşılık bizim siyasetçilerimiz, tarihçilerimiz, gençlerimiz ve yazarlarımız bir suçluluk psikolojisi ile savunmaya geçiyorlar. Bir deli bir kuyuya bir taş atarmış, kırk akıllı da onu çıkartmaya çalışırmış. O taşı çıkartana kadar da çok akıllılar kuyunun dibinde kalırmış. İşte böyle bir çıkmaz içerisinde asıl Fransız destekli Ermeni kamavorlarının yapmış olduğu soykırımı anlatmak yerine “biz yapmadık, biz etmedik” diye savunmaya geçiyoruz. En kötü taarruz, en iyi savunmadan iyidir mantığı ile hareket eden Fransız destekli Ermeni militanları bu fırsatları çok iyi değerlendiriyor ve dünya kamuoyuna seslerini duyurmaya çalışıyorlar.
            Vahşet yıllarını kendi milletimize iyi anlatmadığımız için “acaba doğru mu?” diye düşünen gençlerimizle karşılaşıyoruz. Bazı ilim erbabı geçinen sözde aydınlarımızın imalı sözlerle televizyon ekranlarında boy göstermeleri beyinleri iyice bulandırıyor. Yabancı hayranlığı kültürüyle yetişen fırsatçıların gayri milli davranışları suçluluk psikolojisini daha da artırıyor. Bazı iyi niyetli ferdi tepkiler, bilgi ile donatılmadığı için boşlukta kalan birer fikir görünümüne bürünüyor. Zulüm yıllarını yaşayan insanların hayatta olmayışları, kalanların da dertlerini anlatacak mecallerinin kalmayışı savunma mekanizmasının iyice çalışmaz duruma gelmesine sebep oluyor.
            Ne yapıyoruz beyler? Bu mantıkla gittiğimiz takdirde soğuk savaşta hezimete uğramamız kaçınılmazdır. Televizyon ekranlarına çıkartacağınız insanların önce kendi milletiyle barışık olması gerekmez mi? Vahşetin yaşandığı yeri görmeyen, şehit kanı ile sulanmış toprakları koklamayan ve ailesinde şehadet mertebesine ulaşmış bir fani bulunmayan insanların asıl “soykırımı  anlatması mümkün mü?
            Biz inanıyoruz ki eski adı HACIN olan SAİMBEYLİ ’de 1920 yılının 18 Ekim gününe kadar yaşanan soykırımın hesabı Fransız destekli Ermeni militanlarına sorulmadıkça onlar daha çok hırçınlaşacak başka meclislerden, başka kararlar çıkartacaklardır.
            1920 yılı baharında Saimbeyli (Hacın) kaymakamlık makamında bulunan Fransız yanlısı Ermeni Kaymakam Çalyan KARABİT ‘in hatıralarında Ermenilere esir düşen 217 Müslüman TÜRK’ den 1 Temmuz 1920 gününe kadar 212 kişiyi öldürdüklerini açıkça yazıyor. Dünya kamuoyu bunu bilmese de biz biliyoruz. Kirkor ŞİNİKYANLARI, Aram Çavuşları, Hamparsun Boyacıyanları,  Polis Komseri Hapeti, Bölük Kumandanı Jankesyan’ı, Teğmen Ohannes’i dünya kamuoyu bilmese de biz biliyoruz.                                       
Bekir oğlu Dede Ağayı kızgın demirlerle nasıl dağladıklarını, Hacı Ahmet’i nasıl pişirdiklerini, Başkâtibi değnek ile döve döve nasıl öldürdüklerini, Kürt Genco Çavuşu nasıl oğlak gibi yüzdüklerini, Enfiyeci Hüseyin‘i teller ile nasıl boğduklarını, Kaytancı Hüseyin Hocaya neler yaptıklarını, taze gelinleri süngü ile nasıl oynattıklarını, bebekleri kaynatıp annelerine kuzu eti diye nasıl yedirdiklerini ve daha buralarda sayılamayacak hangi iğrenç işkence çeşitleriyle neler yaptıklarını bizler çok iyi biliyoruz...
Vatan topraklarını sulayan kanlı gözyaşları elbette Kirkor ŞİNİKYAN ‘ı boğacaktı. Ana rahmindeki bebeklerin yediği kurşunların hesabı elbette sorulacaktı. Öğle de oldu. Kirkor ŞİNİKYANLAR, Aram Çavuşlar, Hamparsun BOYACIYANLAR zulümleri ile birlikte tarihin sayfalarına bir kara leke olarak geçtiler. Onların ağababaları meclislerinde hangi kararları alırlarsa alsınlar, Saimbeyli’de katlettikleri insanların torunlarına Aram Çavuş zulmünü unutturamazlar.      
 Tarihle yüzleşmeye cesaret edecek hangi Ermeni, onları her zaman kukla gibi kullanmayı alışkanlık haline getiren hangi Fransız varsa biz onları asıl soykırımın yaşandığı dünkü HACIN, bugünkü SAİMBEYLİ ‘ye hesaplaşmaya çağırıyoruz.
Tarih burada yaşandı. Soykırım burada yapıldı. Biz buradayız beyler. Gelin hesaplaşalım.
 Hodri meydan.
            Anlatmakla bitmeyecek kadar iğrenç davranışlarınız yüzünden yüzyıllarca beraber yaşadığınız asil insanlara karşı, elinize geçen küçücük fırsatları haince kullanmayı maharet saymanız kadar adi bir düşünce tarihin hiçbir sayfasında mevcut değildir.  Devletin en önemli kademelerine kadar yükseldiğiniz, memleketin en güzel yerlerinde yaşadığınız, en iyi toprakları işlediğiniz, milli gelirden en iyi payı aldığınız ve herkesten en iyi yaşadığınız bir dönemde üç-beş çapulcunun özgürlük rüzgârına kendinizi kaptırarak kapı komşunuzu arkadan vurmayı maharet saydınız. Hâlâ birileri tarafından kullanılmaya devam ediyorsunuz. Bu milletin hoşgörüsünü bu kadar zorlamanın anlamı olmasa gerekir. Hoşgörünün de bir sınırı vardır. Bu sınır zorlandığı takdirde kötü günlerin önüne hiç kimse geçemez. Tarihin sayfalarına tarafsız bir gözle baktığınız takdirde bunu daha iyi anlarsınız.
            Şu küçücük kitabı hazırlarken dinlediklerimin hepsini yaz- maya kalkışsaydım emin olun bunun gibi yüzlerce kitap meydana çıkardı. Bu kitap yayımlandığında en büyük tepkiyi, en yakınımdaki insanlardan alacağımı biliyorum. Yüzlerce insan;” bizden neden bahsetmedin. Benim de anamı katlettiler. Benim de bacımı katlettiler. Benim soyumu geçirdiler. Benim kardeşimi öldürdüler. Benim dedemin derilerini yüzdüler. Benim ebemin ırzına geçtiler. Benim anamın memelerini kestiler. Benim kardeşimin gözlerini oydular. Benim bacıma kazık çaktılar. Benim evimi-ocağımı yaktılar. Benim kardeşimi kaynar kazanlarda haşladılar ve benim yakınlarımı kiliseden aşağıya attılar” diyecekler. Belki de bu; benim, benim, benim” diye başlayan cümlelerin arkasına binlerce işkence çeşidi sıralanacak. Hangi birine yürek dayanır. Hangi birini yazarsın ki.
            Evet, Yanık Şehirden sağ çıkabilenlerin çocukları; eksik yazdığım için bana kızacağınızı biliyorum. Ancak daha fazlasını yazmaya benim özüm varmıyor. Her yazdığım cümlenin ardından akan gözyaşlarımı silmekten yoruldum. Birileri bir yerlerde kafa çekerlerken, diğerleri dedesinin kahramanlık hikâyelerini anlatırlarken, ben savaşa zorlanan bu milletin dramıyla uğraşıyorum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder