SAVAŞA ZORLANAN BİR MİLLETİN DRAMI
Her yıl Nisan ayında bir tedirginlik
yaşarız. Televizyonlar, radyolar, gazeteler, kahvede vatandaşlar, evde aileler
hep aynı şeyi konuşuruz. “Acaba bu yıl ABD başkanı ne diyecek? Soykırım
kelimesini kullanacak mı?”
Aynı tedirginliği Fransız meclisinde
“Soykırım” yasa tasarısı oylanırken de yaşamıştık. İçimizden “yok canım kabul
edilmez” diyenler de oldu, kabul edilince mendil sallayıp oynayanlar da…
Bir gün de baktık ki ülkenin kelli
felli “aydın” tabakası çıktı televizyon kanallarına “Biz Ermenilerden özür
diliyoruz.”dediler. İçimizden birilerinin çıkıp böyle sözler söylemesi elbette
kanımıza dokunuyor. Onlar böyle yaparlarken başkalarına diyecek sözümüz de
kalmıyor.
Ben tarihi araştırırken en çok da Fransızların pişkinliğine
şaşırıyorum. Resmen dünyanın hafızası ile alay ediyorlar. Ermenileri dün olduğu
gibi bu gün de kullanmaya devam ediyorlar.
Şöyle çok değil 2001 yılına gidip bir hatırlayalım.
O günlerde Fransız meclisinden
alınan kararı gazetelerimizden okuduk, televizyonlarımızdan ibret ve dehşetle
seyrettik. Gördüğümüz acı gerçek; Fransız, Ermeni ve onların işbirlikçileri
bizleri “soykırım” yapmakla suçluyorlar. Bunlara karşılık bizim
siyasetçilerimiz, tarihçilerimiz, gençlerimiz ve yazarlarımız bir suçluluk psikolojisi
ile savunmaya geçiyorlar. Bir deli bir kuyuya bir taş atarmış, kırk akıllı da
onu çıkartmaya çalışırmış. O taşı çıkartana kadar da çok akıllılar kuyunun
dibinde kalırmış. İşte böyle bir çıkmaz içerisinde asıl Fransız destekli Ermeni
kamavorlarının yapmış olduğu soykırımı anlatmak yerine “biz yapmadık, biz etmedik” diye savunmaya geçiyoruz. En kötü taarruz, en iyi
savunmadan iyidir mantığı ile hareket eden Fransız destekli Ermeni militanları
bu fırsatları çok iyi değerlendiriyor ve dünya kamuoyuna seslerini duyurmaya
çalışıyorlar.
Vahşet yıllarını kendi milletimize
iyi anlatmadığımız için “acaba doğru mu?” diye düşünen gençlerimizle
karşılaşıyoruz. Bazı ilim erbabı geçinen sözde aydınlarımızın imalı sözlerle
televizyon ekranlarında boy göstermeleri beyinleri iyice bulandırıyor. Yabancı
hayranlığı kültürüyle yetişen fırsatçıların gayri milli davranışları suçluluk
psikolojisini daha da artırıyor. Bazı iyi niyetli ferdi tepkiler, bilgi ile
donatılmadığı için boşlukta kalan birer fikir görünümüne bürünüyor. Zulüm
yıllarını yaşayan insanların hayatta olmayışları, kalanların da dertlerini
anlatacak mecallerinin kalmayışı savunma mekanizmasının iyice çalışmaz duruma
gelmesine sebep oluyor.
Ne yapıyoruz beyler? Bu mantıkla
gittiğimiz takdirde soğuk savaşta hezimete uğramamız kaçınılmazdır. Televizyon
ekranlarına çıkartacağınız insanların önce kendi milletiyle barışık olması
gerekmez mi? Vahşetin yaşandığı yeri görmeyen, şehit kanı ile sulanmış toprakları
koklamayan ve ailesinde şehadet mertebesine ulaşmış bir fani bulunmayan
insanların asıl “soykırımı”
anlatması mümkün mü?
Biz inanıyoruz ki eski adı HACIN
olan SAİMBEYLİ ’de 1920 yılının 18 Ekim gününe kadar yaşanan soykırımın hesabı
Fransız destekli Ermeni militanlarına sorulmadıkça onlar daha çok hırçınlaşacak
başka meclislerden, başka kararlar çıkartacaklardır.
1920 yılı baharında Saimbeyli
(Hacın) kaymakamlık makamında bulunan Fransız yanlısı Ermeni Kaymakam Çalyan
KARABİT ‘in hatıralarında Ermenilere esir düşen 217 Müslüman TÜRK’ den 1 Temmuz
1920 gününe kadar 212 kişiyi öldürdüklerini açıkça yazıyor. Dünya kamuoyu bunu
bilmese de biz biliyoruz. Kirkor ŞİNİKYANLARI, Aram Çavuşları, Hamparsun
Boyacıyanları, Polis Komseri Hapeti,
Bölük Kumandanı Jankesyan’ı, Teğmen Ohannes’i dünya kamuoyu bilmese de biz biliyoruz.
Bekir oğlu Dede Ağayı kızgın demirlerle nasıl
dağladıklarını, Hacı Ahmet’i nasıl pişirdiklerini, Başkâtibi değnek ile döve
döve nasıl öldürdüklerini, Kürt Genco Çavuşu nasıl oğlak gibi yüzdüklerini,
Enfiyeci Hüseyin‘i teller ile nasıl boğduklarını, Kaytancı Hüseyin Hocaya neler
yaptıklarını, taze gelinleri süngü ile nasıl oynattıklarını, bebekleri kaynatıp
annelerine kuzu eti diye nasıl yedirdiklerini ve daha buralarda sayılamayacak
hangi iğrenç işkence çeşitleriyle neler yaptıklarını bizler çok iyi
biliyoruz...
Vatan
topraklarını sulayan kanlı gözyaşları elbette Kirkor ŞİNİKYAN ‘ı boğacaktı. Ana
rahmindeki bebeklerin yediği kurşunların hesabı elbette sorulacaktı. Öğle de
oldu. Kirkor ŞİNİKYANLAR, Aram Çavuşlar, Hamparsun BOYACIYANLAR zulümleri ile
birlikte tarihin sayfalarına bir kara leke olarak geçtiler. Onların ağababaları
meclislerinde hangi kararları alırlarsa alsınlar, Saimbeyli’de katlettikleri
insanların torunlarına Aram Çavuş zulmünü unutturamazlar.
Tarihle
yüzleşmeye cesaret edecek hangi Ermeni, onları her zaman kukla gibi kullanmayı
alışkanlık haline getiren hangi Fransız varsa biz onları asıl soykırımın
yaşandığı dünkü HACIN, bugünkü SAİMBEYLİ ‘ye hesaplaşmaya çağırıyoruz.
Tarih burada yaşandı. Soykırım burada yapıldı. Biz
buradayız beyler. Gelin hesaplaşalım.
Hodri meydan.
Anlatmakla
bitmeyecek kadar iğrenç davranışlarınız yüzünden yüzyıllarca beraber
yaşadığınız asil insanlara karşı, elinize geçen küçücük fırsatları haince
kullanmayı maharet saymanız kadar adi bir düşünce tarihin hiçbir sayfasında
mevcut değildir. Devletin en önemli
kademelerine kadar yükseldiğiniz, memleketin en güzel yerlerinde yaşadığınız,
en iyi toprakları işlediğiniz, milli gelirden en iyi payı aldığınız ve
herkesten en iyi yaşadığınız bir dönemde üç-beş çapulcunun özgürlük rüzgârına
kendinizi kaptırarak kapı komşunuzu arkadan vurmayı maharet saydınız. Hâlâ
birileri tarafından kullanılmaya devam ediyorsunuz. Bu milletin hoşgörüsünü bu
kadar zorlamanın anlamı olmasa gerekir. Hoşgörünün de bir sınırı vardır. Bu
sınır zorlandığı takdirde kötü günlerin önüne hiç kimse geçemez. Tarihin
sayfalarına tarafsız bir gözle baktığınız takdirde bunu daha iyi anlarsınız.
Şu küçücük
kitabı hazırlarken dinlediklerimin hepsini yaz- maya kalkışsaydım emin olun
bunun gibi yüzlerce kitap meydana çıkardı. Bu kitap yayımlandığında en büyük
tepkiyi, en yakınımdaki insanlardan alacağımı biliyorum. Yüzlerce insan;”
bizden neden bahsetmedin. Benim de anamı katlettiler. Benim de bacımı
katlettiler. Benim soyumu geçirdiler. Benim kardeşimi öldürdüler. Benim dedemin
derilerini yüzdüler. Benim ebemin ırzına geçtiler. Benim anamın memelerini
kestiler. Benim kardeşimin gözlerini oydular. Benim bacıma kazık çaktılar.
Benim evimi-ocağımı yaktılar. Benim kardeşimi kaynar kazanlarda haşladılar ve
benim yakınlarımı kiliseden aşağıya attılar” diyecekler. Belki de bu; benim,
benim, benim” diye başlayan cümlelerin arkasına binlerce işkence çeşidi
sıralanacak. Hangi birine yürek dayanır. Hangi birini yazarsın ki.
Evet, Yanık Şehirden sağ çıkabilenlerin çocukları;
eksik yazdığım için bana kızacağınızı biliyorum. Ancak daha fazlasını yazmaya
benim özüm varmıyor. Her yazdığım cümlenin ardından akan gözyaşlarımı silmekten
yoruldum. Birileri bir yerlerde kafa çekerlerken, diğerleri dedesinin
kahramanlık hikâyelerini anlatırlarken, ben savaşa zorlanan bu milletin
dramıyla uğraşıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder