DİŞÇİ AHMET’İN ANLATTIKLARI
Çocukluğumdan beri tanırım… Onu her
hatırladığımda, ya iki eşeği ile bir işler yapan, ya bir hasta ziyaretinde, ya
bir cenaze başında, ya da ilerlemiş yaşına aldırmadan; bir elinde kaması, bir
elinde ay-yıldızlı Türk bayrağı, kurtuluş bayramlarının değişmez siması.
Halim-selimdi. Konuştuğunu bilir, insanları kırmamak için hep alttan alırdı.
Ama duyarlıydı. Dini vecibelerini yerine getirmek için ne kadar gayret ederse,
milli hassasiyetleri de o kadar hassastı.
Askerliğini sıhhi asker olarak
yaptığından askerde diş çekmesini öğrenmiş. Diş doktorlarının olmadığı bir
dönemde dişi ağrıyanlara derman olmak için askerde öğrendiklerini uygulamış.
Küçük yerleşim yerlerinde insanlar ad ve soyadlarından ziyade lakapları ile ön
plana çıktıklarından, Ahmet Saygılı amcaya da herkes “Dişçi Ahmet” demiş. O
yüzden biz de geleneklere ve halkın söyleyiş tarzına saygı duyduğumuzdan herkes
gibi Ahmet Saygılı yerine Dişçi Ahmet demeyi uygun bulduk.
Çocukluğumdan beri tanıdığım, hatta
akrabalık bağımız bile olan Ahmet Amca ile her zaman iyi ilişkilerim
olmuştur. Son zamanlarda tarihi yaşayan
insanların yaşadıklarını dinlemek gibi bir alışkanlık edinmemden kaynaklanan
sebepler Ahmet Amca ile iyice yakınlaşmamızı sağladı. Onun 83 yıllık ömründe
edindiği tecrübeler, yaşadığı tarihi geçekler ve büyüklerinden duyduklarının
hepsi bir hazineydi. Ben o hazinenin sadece gördükleri ve yaşadıkları bölümü
ile daha çok ilgilendim. Yoksa anlattıkları, büyüklerinden duydukları; kitaplar
dolduracak büyüklükte ve kıymetli bilgilerdi. Ahmet Amca ile defalarca
konuştum. Hatta aynı konuyu defalarca sordum. Farklı zamanlarda ve farklı
mekânlarda sorduğum sorulara aldığım cevaplar hemen hemen hepsi aynı görgü
tanıklığı ile anlattığı şeylerdi. Bir de rahmetli babamla aynı dönemde yaşamış
olması ve babamın anlattıkları ile benzeşmesi Ahmet Amca’nın iyi bir tanık
olduğu fikrini bende güçlendirdi.
Dişçi Ahmet Amca’ya sordum o anlattı. Ben
naklediyorum. O daha fazlasını anlattı. Ben azı ile yetinmek istiyorum.
Dayım Mehmet Yahşi’nin evindeyiz.
Ahmet amca ile eski günleri konuşuyoruz. Söz döndü dolaştı Ermeni Kirkor
Şinikyan’ın Tufanbeyli-Karsavuran Köyü’ne geldiği güne…
“Ahmet Abi, Kirkorun Karsavuran Köyü’ne
geldiği günü hatırlıyor musun? diye sordum.
Gözlerini belertiverdi.
“Hatırlamam mı çocuk? Dün gibi
gözlerimin önünde...”
“Nasıl gelmişti?”
“Bir atın sırtında… Yanında Ermeni
askerleri de vardı. İri yarı bir adam... Kirkor köye geliyor diye herkesi bir
korku kapladı. Ben 4–5 yaşlarında bir çocuktum. Kirkoru’u göreceğiz diye bütün
köy çocukları gibi ben de muhtarın evinin önüne gittim. O zaman Fransızlar her
yeri işgal etmişlerdi. Ermeniler iyice güçlenmişti. Güçlendikçe de iyice
azmışlardı. Türk köylerinde eli silah tutan hiç kimse kalmamıştı. Ya yaşlılar,
ya da kadın ve çocuklar köylerde kalmıştı. Köylerimiz savunmasızdı. Köylerin
savunmasız olduğunu Ermeniler de biliyorlardı. İşte öyle bir zamanda Kirkor
köyümüze geldi. Etrafı askerlerle doluydu. Korkuyorduk. Köyü yakacaklar,
hepimizi öldürecekler diye ne yapacağımızı bilmiyorduk. Köyün yaşlıları, Kirkor’u
köye girerken karşıladı. Köye zarar vermemesi için herkes her sözü alttan
alıyordu.
Köyün ileri gelenlerinden Göğ Hoca
vardı. Göğ hoca Kirkor kimseye zarar vermesin diye gitti Kirkoru karşıladı.
“Hoş geldin ağam.”diye atının
dizgininden tuttu. Kirkor’un gâvurluğu tuttu. Atın üzerinden ayağının tabanı
ile Göğ Hoca’ya bir tepik vurdu. Göğ Hoca öyle yapacağını beklemiyordu. Göğ
Hoca’nın sarığı bir yana kendisi bir yana gitti. Adam yere yıkıldı. Kirkor
bununla da yetinmedi Göğ Hoca’nın üzerine atını sürdü. Göğ Hoca canını zor
kurtardı. Elindeki kırbaçla iki de kırbaç yedi. Zavallı Göğ Hoca Kirkora
yaklaştığına bin pişman oldu. Kirkor artık iyice gâvurlaşmıştı. Sağa sola zavır
savuruyordu. Hepinizi asarım, keserim diye.
Nasıl oldu bilmiyorum. Çirkin Emmi’yi
askerler Kirkor’un karşısına getirdiler. Kirkor Çirkin Emmi’yi elinde kırbaçla
dövdü. Çirkin emmi yas yas yalvardı. Kırbaç yetmedi mavzerin dipçiği ile dövdü.
O da yetmedi Çirkin Emmi’yi iki asker yere sırt üstü yatırdı. Ayaklarını tutup
havaya kaldırdılar. Ayaklarının altına önce kırbaçla vurdu. Sonra eline bir
odun aldı vur babam vur. O vurdu Çirkin Emmi bağırdı. Yalvardı yakardı. Koca
adamı köy meydanında bağırta bağırta dövdü. Hiç gözümün önünden gitmez.”
“Neden dövdü Ahmet abi?”
“Bunlar köyü bastılar ya, Çirkin
emminin birkaç tane koyunu vardı. Bu koyunları istemiş Çirkin emmiden. O da
“birkaç tanesini vereyim. Hepsini almayın” demiş. Sen misin böyle diyen. Köydeki insanları ibreti âlem için dövdü.”
“Köylüler neden karşı koymadı?”
“Köylüde karşı koyacak güç yoktu.
Köyde kim vardı ki? Eli silah tutanlar dağlara çıkmışlar, çete olmuşlardı.
Köyde ya yaşlılar vardı. Ya kadınlar, ya da çocuklar… Ermeniler eli silahlı
gelmişlerdi. Kirkor Göğ Hoca’yı, Çirkin Emmi’yi bağırta bağırta döverken diğer
askerler silahları çocuklara bile çevirmişlerdi. Biz ne yapabilirdik. Allah
biliyor bir ara yerden bir taş aldım. Kirkor’un kafasına vurmak istedim. Keşke
de vursaydım. Hala içime batıyor.”
“Kirkor köyde başka kimseye kötülük
etti mi?”
“Bak lafın birisini diyorum birini
unutuyorum. Hiç sorma. Etmez mi? Şerif teyzeyi çok kötü dövdü.”
“Şerif Teyze kim?”
“Rahmetli Mehmet Baykal’ı bilirsin.
Şerif teyze Mehmet Baykal’ın anasıydı.”
“Onu neden dövdü?”
“Şerif Teyze’nin kocası Süleyman
Çavuş vardı. Süleyman Çavuş’un silahını Şerif Teyze’den istemiş... Şerif Teyze
de silahın kendilerinde olmadığını söylemiş. Sen misin silahı vermeyen. Şerif Teyze’yi
meydanda herkesin gözleri önünde dövdü. Kadının çığlıkları göğü tuttu. Onu da
falakaya yatırdılar. Ayaklarının altına sopa ile acımasızca vurdu. Yürek
dayanacak gibi değildi.”
Ahmet Ağabey’in gözlerine baktım.
Sulanmıştı. Gözleri kızarmıştı. Göz kapaklarına biriken damlaları bana
göstermemek için yönünü öbür tarafa döndü.
Daha fazla devam edemedi.
“Tamam, Ahmet Abi. Başka şeyler
konuşalım,” dedim.
Araya laf karıştırmaya çalıştım. Ama
laf bir türlü başka yerlere gitmedi. Döndük dolaştık aynı yere geldik. Aslında
o anlatmak, ben dinlemek istiyordum.
Hayıflandı.
“Neden o gâvurun kafasına bir taş vurmadım ki?”
Sukut ettik. Göz göze geldik.
Çaresizlik kötü şeydi. Çaresizdi insanlar. Sadece bir “Oh…” çekiverdi Ahmet Abi.
“Amma oldu.” Kendisi de esir düştü ya. Çaresizliğin ne demek olduğunu kendisi de
gördü ya.”
Kirkor Karsavuran Köyü’nde çok zulüm
yapmıştı. Zulüm payidar kalmadı. Bedelini de canı ile ödedi.
Ahmet ağabey bana çok şeyler
anlattı. Ancak anlattıkları hep duyduklarından ibaretti. Saimbeyli’de yaşayan
bütün Türk ailelerinin olduğu gibi onun da yakın akrabalarının katlediliş
hikâyeleri bir dehşetti. Onun gözleri her defa kalenin burçlarına takılırdı.
Dedesi Hacı Mustafa’nın kale burcundan aşağıya atıldığını, teyzelerinin
Ermenilere esir düştüklerini ve Ermenilerin onlara çok kötü muameleler
yaptıklarını söylerdi. Anlattığı her hikâye yürekleri parçalayacak dehşetteydi.
Anlatılanlardan çok yaşanılanlara yer verdiğimiz için bu kitapta onlara yer
vermedik. Kısmetse başka bir kitapta diyoruz.
Ahmet ağabeyin bana söylediği, fakat
bir türlü gidip yerinde incelemeler yapamadığımız bir olay vardı. Ahmet ağabey
bana demişti ki, “Obruk şelalesinin üst tarafındaki düzlükte bir in var. O in
çok derin bir in. Gidelim sana göstereyim. Ben büyüklerimden duydum. Ermeniler
o ine 50 Türk’ü öldürerek atmışlar. Biz çocukken o inin başına giderdik.
İçerisinden pis kokular gelirdi. O in açılırsa 50 Türk’ün toplu mezarı
bulunur.”
Kısmet olmadı. Ahmet Ağabey ile
gidip inceleyemedik. O, bir sürü tarihi bilgilerle birlikte hakkın rahmetine
kavuştu. Tarihin tanıklarından biri daha aramızdan ayrıldı.
Mekânı cennet olsun.
Kitabı nasıl edinebilirim? Emeklerinize sağlık. Kutlarım.
YanıtlaSil