17 Nisan 2013 Çarşamba

DİŞÇİ AHMET’İN ANLATTIKLARI



DİŞÇİ AHMET’İN ANLATTIKLARI

            Çocukluğumdan beri tanırım… Onu her hatırladığımda, ya iki eşeği ile bir işler yapan, ya bir hasta ziyaretinde, ya bir cenaze başında, ya da ilerlemiş yaşına aldırmadan; bir elinde kaması, bir elinde ay-yıldızlı Türk bayrağı, kurtuluş bayramlarının değişmez siması. Halim-selimdi. Konuştuğunu bilir, insanları kırmamak için hep alttan alırdı. Ama duyarlıydı. Dini vecibelerini yerine getirmek için ne kadar gayret ederse, milli hassasiyetleri de o kadar hassastı.
            Askerliğini sıhhi asker olarak yaptığından askerde diş çekmesini öğrenmiş. Diş doktorlarının olmadığı bir dönemde dişi ağrıyanlara derman olmak için askerde öğrendiklerini uygulamış. Küçük yerleşim yerlerinde insanlar ad ve soyadlarından ziyade lakapları ile ön plana çıktıklarından, Ahmet Saygılı amcaya da herkes “Dişçi Ahmet” demiş. O yüzden biz de geleneklere ve halkın söyleyiş tarzına saygı duyduğumuzdan herkes gibi Ahmet Saygılı yerine Dişçi Ahmet demeyi uygun bulduk.
            Çocukluğumdan beri tanıdığım, hatta akrabalık bağımız bile olan Ahmet Amca ile her zaman iyi ilişkilerim olmuştur.  Son zamanlarda tarihi yaşayan insanların yaşadıklarını dinlemek gibi bir alışkanlık edinmemden kaynaklanan sebepler Ahmet Amca ile iyice yakınlaşmamızı sağladı. Onun 83 yıllık ömründe edindiği tecrübeler, yaşadığı tarihi geçekler ve büyüklerinden duyduklarının hepsi bir hazineydi. Ben o hazinenin sadece gördükleri ve yaşadıkları bölümü ile daha çok ilgilendim. Yoksa anlattıkları, büyüklerinden duydukları; kitaplar dolduracak büyüklükte ve kıymetli bilgilerdi. Ahmet Amca ile defalarca konuştum. Hatta aynı konuyu defalarca sordum. Farklı zamanlarda ve farklı mekânlarda sorduğum sorulara aldığım cevaplar hemen hemen hepsi aynı görgü tanıklığı ile anlattığı şeylerdi. Bir de rahmetli babamla aynı dönemde yaşamış olması ve babamın anlattıkları ile benzeşmesi Ahmet Amca’nın iyi bir tanık olduğu fikrini bende güçlendirdi.
             Dişçi Ahmet Amca’ya sordum o anlattı. Ben naklediyorum. O daha fazlasını anlattı. Ben azı ile yetinmek istiyorum.
            Dayım Mehmet Yahşi’nin evindeyiz. Ahmet amca ile eski günleri konuşuyoruz. Söz döndü dolaştı Ermeni Kirkor Şinikyan’ın Tufanbeyli-Karsavuran Köyü’ne geldiği güne…
            “Ahmet Abi, Kirkorun Karsavuran Köyü’ne geldiği günü hatırlıyor musun? diye sordum.
            Gözlerini belertiverdi.
            “Hatırlamam mı çocuk? Dün gibi gözlerimin önünde...”
            “Nasıl gelmişti?”
            “Bir atın sırtında… Yanında Ermeni askerleri de vardı. İri yarı bir adam... Kirkor köye geliyor diye herkesi bir korku kapladı. Ben 4–5 yaşlarında bir çocuktum. Kirkoru’u göreceğiz diye bütün köy çocukları gibi ben de muhtarın evinin önüne gittim. O zaman Fransızlar her yeri işgal etmişlerdi. Ermeniler iyice güçlenmişti. Güçlendikçe de iyice azmışlardı. Türk köylerinde eli silah tutan hiç kimse kalmamıştı. Ya yaşlılar, ya da kadın ve çocuklar köylerde kalmıştı. Köylerimiz savunmasızdı. Köylerin savunmasız olduğunu Ermeniler de biliyorlardı. İşte öyle bir zamanda Kirkor köyümüze geldi. Etrafı askerlerle doluydu. Korkuyorduk. Köyü yakacaklar, hepimizi öldürecekler diye ne yapacağımızı bilmiyorduk. Köyün yaşlıları, Kirkor’u köye girerken karşıladı. Köye zarar vermemesi için herkes her sözü alttan alıyordu.
            Köyün ileri gelenlerinden Göğ Hoca vardı. Göğ hoca Kirkor kimseye zarar vermesin diye gitti Kirkoru karşıladı.
            “Hoş geldin ağam.”diye atının dizgininden tuttu. Kirkor’un gâvurluğu tuttu. Atın üzerinden ayağının tabanı ile Göğ Hoca’ya bir tepik vurdu. Göğ Hoca öyle yapacağını beklemiyordu. Göğ Hoca’nın sarığı bir yana kendisi bir yana gitti. Adam yere yıkıldı. Kirkor bununla da yetinmedi Göğ Hoca’nın üzerine atını sürdü. Göğ Hoca canını zor kurtardı. Elindeki kırbaçla iki de kırbaç yedi. Zavallı Göğ Hoca Kirkora yaklaştığına bin pişman oldu. Kirkor artık iyice gâvurlaşmıştı. Sağa sola zavır savuruyordu. Hepinizi asarım, keserim diye.
            Nasıl oldu bilmiyorum. Çirkin Emmi’yi askerler Kirkor’un karşısına getirdiler. Kirkor Çirkin Emmi’yi elinde kırbaçla dövdü. Çirkin emmi yas yas yalvardı. Kırbaç yetmedi mavzerin dipçiği ile dövdü. O da yetmedi Çirkin Emmi’yi iki asker yere sırt üstü yatırdı. Ayaklarını tutup havaya kaldırdılar. Ayaklarının altına önce kırbaçla vurdu. Sonra eline bir odun aldı vur babam vur. O vurdu Çirkin Emmi bağırdı. Yalvardı yakardı. Koca adamı köy meydanında bağırta bağırta dövdü. Hiç gözümün önünden gitmez.”
            “Neden dövdü Ahmet abi?”
            “Bunlar köyü bastılar ya, Çirkin emminin birkaç tane koyunu vardı. Bu koyunları istemiş Çirkin emmiden. O da “birkaç tanesini vereyim. Hepsini almayın” demiş. Sen misin böyle diyen.  Köydeki insanları ibreti âlem için dövdü.”
            “Köylüler neden karşı koymadı?”
            “Köylüde karşı koyacak güç yoktu. Köyde kim vardı ki? Eli silah tutanlar dağlara çıkmışlar, çete olmuşlardı. Köyde ya yaşlılar vardı. Ya kadınlar, ya da çocuklar… Ermeniler eli silahlı gelmişlerdi. Kirkor Göğ Hoca’yı, Çirkin Emmi’yi bağırta bağırta döverken diğer askerler silahları çocuklara bile çevirmişlerdi. Biz ne yapabilirdik. Allah biliyor bir ara yerden bir taş aldım. Kirkor’un kafasına vurmak istedim. Keşke de vursaydım. Hala içime batıyor.”
            “Kirkor köyde başka kimseye kötülük etti mi?”
            “Bak lafın birisini diyorum birini unutuyorum. Hiç sorma. Etmez mi? Şerif teyzeyi çok kötü dövdü.”
            “Şerif Teyze kim?”
            “Rahmetli Mehmet Baykal’ı bilirsin. Şerif teyze Mehmet Baykal’ın anasıydı.”
            “Onu neden dövdü?”
            “Şerif Teyze’nin kocası Süleyman Çavuş vardı. Süleyman Çavuş’un silahını Şerif Teyze’den istemiş... Şerif Teyze de silahın kendilerinde olmadığını söylemiş. Sen misin silahı vermeyen. Şerif Teyze’yi meydanda herkesin gözleri önünde dövdü. Kadının çığlıkları göğü tuttu. Onu da falakaya yatırdılar. Ayaklarının altına sopa ile acımasızca vurdu. Yürek dayanacak gibi değildi.”
            Ahmet Ağabey’in gözlerine baktım. Sulanmıştı. Gözleri kızarmıştı. Göz kapaklarına biriken damlaları bana göstermemek için yönünü öbür tarafa döndü.
            Daha fazla devam edemedi.
            “Tamam, Ahmet Abi. Başka şeyler konuşalım,” dedim.
            Araya laf karıştırmaya çalıştım. Ama laf bir türlü başka yerlere gitmedi. Döndük dolaştık aynı yere geldik. Aslında o anlatmak, ben dinlemek istiyordum.
            Hayıflandı.

“Neden o gâvurun kafasına bir taş vurmadım ki?”
            Sukut ettik. Göz göze geldik. Çaresizlik kötü şeydi. Çaresizdi insanlar. Sadece bir “Oh…” çekiverdi Ahmet Abi. “Amma oldu.” Kendisi de esir düştü ya. Çaresizliğin ne demek olduğunu kendisi de gördü ya.”
            Kirkor Karsavuran Köyü’nde çok zulüm yapmıştı. Zulüm payidar kalmadı. Bedelini de canı ile ödedi.
            Ahmet ağabey bana çok şeyler anlattı. Ancak anlattıkları hep duyduklarından ibaretti. Saimbeyli’de yaşayan bütün Türk ailelerinin olduğu gibi onun da yakın akrabalarının katlediliş hikâyeleri bir dehşetti. Onun gözleri her defa kalenin burçlarına takılırdı. Dedesi Hacı Mustafa’nın kale burcundan aşağıya atıldığını, teyzelerinin Ermenilere esir düştüklerini ve Ermenilerin onlara çok kötü muameleler yaptıklarını söylerdi. Anlattığı her hikâye yürekleri parçalayacak dehşetteydi. Anlatılanlardan çok yaşanılanlara yer verdiğimiz için bu kitapta onlara yer vermedik. Kısmetse başka bir kitapta diyoruz.
            Ahmet ağabeyin bana söylediği, fakat bir türlü gidip yerinde incelemeler yapamadığımız bir olay vardı. Ahmet ağabey bana demişti ki, “Obruk şelalesinin üst tarafındaki düzlükte bir in var. O in çok derin bir in. Gidelim sana göstereyim. Ben büyüklerimden duydum. Ermeniler o ine 50 Türk’ü öldürerek atmışlar. Biz çocukken o inin başına giderdik. İçerisinden pis kokular gelirdi. O in açılırsa 50 Türk’ün toplu mezarı bulunur.”
            Kısmet olmadı. Ahmet Ağabey ile gidip inceleyemedik. O, bir sürü tarihi bilgilerle birlikte hakkın rahmetine kavuştu. Tarihin tanıklarından biri daha aramızdan ayrıldı.
Mekânı cennet olsun.


1 yorum:

  1. Kitabı nasıl edinebilirim? Emeklerinize sağlık. Kutlarım.

    YanıtlaSil