17 Nisan 2013 Çarşamba

ŞEHİTLERLE KOYUN KOYUNA


ABDİ EMMİ
ŞEHİTLERLE KOYUN KOYUNA
Her gün o evin önünden geçerim. Şehrin ana caddesinde bulunan evin önünden kimler geçmez ki? Evimle arasındaki mesafe elli metre ya var, ya yok. Ahşap ve yıkık dökük haliyle yıllara meydan okurcasına yoldan geçenleri seyreder. Dünyasında neler barındırdığını nereden bilecektim. Sorsalar söylerdim Abdi Emmi’nin evi olduğunu.
Kıt sat hatırlarım işte Abdi Emmi’yi. Bir muhabbetim, bir hatıram olmadı onunla. Ama şen şakrak, hatır gönül bilen bir şahsiyet olduğunu çok kişiden duymuşluğum vardı. Yanık şehrin küllerini karıştırırken hatırlayabildiğim yaşlı adamları gözümde canlandırmaya başladığımda, Abdi Emmi de aklıma geldi. İlçenin ana caddesinden geçerken, her gün bana tepeden bakan ahşap ev sanki: “Gel, sana neler anlatacağım,” der gibiydi.
Abdi Emmi’nin oğlu Turgut Yalçıntekin’i çarşıda buldum.
“Turgut Abi, Abdi Emmi eski günlere dair bir şey anlatır mıydı?” diye sorduğumda:
Biz şehitlerle koyun koyuna yaşıyoruz” dedi.
Söz çok anlamlıydı.
“Nasıl yaşıyorsunuz?”dedim.
Tuttu benim elimden, önce dayım Mustafa Yahşi’nin evinin üst tarafındaki mağaraya, daha sonra da kendi evlerinin üzerindeki mağaraya götürdü.
“İşte, şehitler burada yatıyor” dedi.
Gördüğüm her iki mağaranın da içerileri doldurulmuş, ancak ağız deliğinden baktığımızda onlarca insanı içine alacak kadar büyüklükte olduğu anlaşılıyordu.
Turgut Abi başladı anlatmaya:
“Biz çocuktuk. Gece yatarken evimizden tıkır tıkır sesler gelirdi. Korkardık. Babam korku ile uyanırdı.
 “Yine bana işkence yaptılar, tepelemeyin bizi” diyorlar derdi.
Sordum:
-Kimlerden bahsederdi?
-Bizim evimiz bir mağaranın önüne yapılmıştı. Meğer o mağaraya Hacın’da öldürülen Türklerin cesetleri atılmış.  Biz de bilmeden oraya evin tuvaletini yapmışız. Sonradan anladık.
-Baban neden korkardı?
-Şehitler babamın rüyasına girerdi. Ona hiç rahatlık vermezlerdi. Biz bir gün gece uyumadık. Babamı bekledik. Evimizin arka tarafından gelen sesleri biz de duyduk. Bir de ışık yandı söndü. Hemen oraya yaptığımız tuvaleti söktük.
-Peki, daha sonra ne oldu?
-Sesler yine gelmeye başladı. Biz çok korkuyorduk. Babam bunu arkadaşlarına anlatmış. Bilen adamlar evimizin arka tarafındaki mağarada Ermenilerin Türk kadın, kız, yaşlı ve çocuklarını öldürdüklerini söylemişler. Bir gün babam, yanına arkadaşı Hasan Kaytancı’yı da alarak mağarada kazı yaptılar. Bir sürü kemik çıktı. O kemiklerin bir kısmını topladılar. Bir torbaya doldurdular. Sonra götürüp ilçenin mezarlığındaki bir yere gömdüler.
Biz bir süre sesler duymaz olduk. Daha sonra babam öldü. Evde ben ailemle birlikte oturuyorduk. Bu defa da benim rüyalarıma girmeye başladı. Korku dolu rüyalar gördüm. Tıkırtılar duymaya başladık. Ev sanki perili ev gibi oldu. Çocuklar korkar, biz korkarız. Sabahlara kadar ışıkları yakarız.
Hayaller görmeye başladık artık. Bir ben değil. Bütün aile efradımız hayaller görmeye başladı. Geceleri bir ışık süzülür sanki mağaranın ağzında. Aynı tıkırtıları komşular da duyduklarını söylemeye başladı.
Bir gün rüyamda yine kâbuslar gördüm. Rüyama iki kişi geldi. Onlar bana:
“Biz şehidiz. Adımız Hasan ve Hüseyin… Her gün bizi tepeliyorsunuz. Bizi rahatsız etmeyiniz!” dediler.
Sabah kalktım. Rüyamda gördüğüm yeri kazdım. İki insan iskeleti yan yana yatıyordu. O iskeletleri yerlerinden kıpırdatmadan olduğu yere onların mezarlarını yaptırdım.
“Artık kâbus görmez olduk.” dedi.
Yaptırmış olduğu mezarları da gösterdi.
“Bak,” dedi. “Bak, burada Hasan ile Hüseyin’in mezarları var.”
Turgut Abi orada bulunan cesetlerin kimlere ait olduğunu bilmiyordu. Kendisine rüyasında ne söylenmişse ona göre onlara isim vermişti. Ama bir gerçek vardı. Abdi Emmi’nin evinin hemen arka tarafında onlarca insan cesedi bulunmuştu. Onlar da yanık şehrin bilinmeyenleriydi. Bilinen bir gerçek daha vardı ki; Abdi Emmi ve ailesi yıllarca şehitlerle koyun koyuna yaşadılar. Hala da onlarla birlikte yaşıyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder