ABDİ EMMİ |
ŞEHİTLERLE
KOYUN KOYUNA
Her
gün o evin önünden geçerim. Şehrin ana caddesinde bulunan evin önünden kimler
geçmez ki? Evimle arasındaki mesafe elli metre ya var, ya yok. Ahşap ve yıkık
dökük haliyle yıllara meydan okurcasına yoldan geçenleri seyreder. Dünyasında
neler barındırdığını nereden bilecektim. Sorsalar söylerdim Abdi Emmi’nin evi
olduğunu.
Kıt
sat hatırlarım işte Abdi Emmi’yi. Bir muhabbetim, bir hatıram olmadı onunla.
Ama şen şakrak, hatır gönül bilen bir şahsiyet olduğunu çok kişiden duymuşluğum
vardı. Yanık şehrin küllerini karıştırırken hatırlayabildiğim yaşlı adamları
gözümde canlandırmaya başladığımda, Abdi Emmi de aklıma geldi. İlçenin ana
caddesinden geçerken, her gün bana tepeden bakan ahşap ev sanki: “Gel, sana
neler anlatacağım,” der gibiydi.
Abdi
Emmi’nin oğlu Turgut Yalçıntekin’i çarşıda buldum.
“Turgut
Abi, Abdi Emmi eski günlere dair bir şey anlatır mıydı?” diye sorduğumda:
“Biz
şehitlerle koyun koyuna yaşıyoruz” dedi.
Söz
çok anlamlıydı.
“Nasıl
yaşıyorsunuz?”dedim.
Tuttu
benim elimden, önce dayım Mustafa Yahşi’nin evinin üst tarafındaki mağaraya,
daha sonra da kendi evlerinin üzerindeki mağaraya götürdü.
“İşte,
şehitler burada yatıyor” dedi.
Gördüğüm
her iki mağaranın da içerileri doldurulmuş, ancak ağız deliğinden baktığımızda
onlarca insanı içine alacak kadar büyüklükte olduğu anlaşılıyordu.
Turgut
Abi başladı anlatmaya:
“Biz
çocuktuk. Gece yatarken evimizden tıkır tıkır sesler gelirdi. Korkardık. Babam
korku ile uyanırdı.
“Yine bana işkence yaptılar, tepelemeyin bizi”
diyorlar derdi.
Sordum:
-Kimlerden
bahsederdi?
-Bizim
evimiz bir mağaranın önüne yapılmıştı. Meğer o mağaraya Hacın’da öldürülen
Türklerin cesetleri atılmış. Biz de
bilmeden oraya evin tuvaletini yapmışız. Sonradan anladık.
-Baban
neden korkardı?
-Şehitler
babamın rüyasına girerdi. Ona hiç rahatlık vermezlerdi. Biz bir gün gece
uyumadık. Babamı bekledik. Evimizin arka tarafından gelen sesleri biz de
duyduk. Bir de ışık yandı söndü. Hemen oraya yaptığımız tuvaleti söktük.
-Peki,
daha sonra ne oldu?
-Sesler
yine gelmeye başladı. Biz çok korkuyorduk. Babam bunu arkadaşlarına anlatmış.
Bilen adamlar evimizin arka tarafındaki mağarada Ermenilerin Türk kadın, kız,
yaşlı ve çocuklarını öldürdüklerini söylemişler. Bir gün babam, yanına arkadaşı
Hasan Kaytancı’yı da alarak mağarada kazı yaptılar. Bir sürü kemik çıktı. O
kemiklerin bir kısmını topladılar. Bir torbaya doldurdular. Sonra götürüp
ilçenin mezarlığındaki bir yere gömdüler.
Biz
bir süre sesler duymaz olduk. Daha sonra babam öldü. Evde ben ailemle birlikte
oturuyorduk. Bu defa da benim rüyalarıma girmeye başladı. Korku dolu rüyalar
gördüm. Tıkırtılar duymaya başladık. Ev sanki perili ev gibi oldu. Çocuklar
korkar, biz korkarız. Sabahlara kadar ışıkları yakarız.
Hayaller
görmeye başladık artık. Bir ben değil. Bütün aile efradımız hayaller görmeye
başladı. Geceleri bir ışık süzülür sanki mağaranın ağzında. Aynı tıkırtıları
komşular da duyduklarını söylemeye başladı.
Bir
gün rüyamda yine kâbuslar gördüm. Rüyama iki kişi geldi. Onlar bana:
“Biz
şehidiz. Adımız Hasan ve Hüseyin… Her gün bizi tepeliyorsunuz. Bizi rahatsız
etmeyiniz!” dediler.
Sabah
kalktım. Rüyamda gördüğüm yeri kazdım. İki insan iskeleti yan yana yatıyordu. O
iskeletleri yerlerinden kıpırdatmadan olduğu yere onların mezarlarını
yaptırdım.
“Artık
kâbus görmez olduk.” dedi.
Yaptırmış
olduğu mezarları da gösterdi.
“Bak,”
dedi. “Bak, burada Hasan ile Hüseyin’in mezarları var.”
Turgut
Abi orada bulunan cesetlerin kimlere ait olduğunu bilmiyordu. Kendisine
rüyasında ne söylenmişse ona göre onlara isim vermişti. Ama bir gerçek vardı.
Abdi Emmi’nin evinin hemen arka tarafında onlarca insan cesedi bulunmuştu.
Onlar da yanık şehrin bilinmeyenleriydi. Bilinen bir gerçek daha vardı ki; Abdi
Emmi ve ailesi yıllarca şehitlerle koyun koyuna yaşadılar. Hala da onlarla
birlikte yaşıyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder