GENCO
ÇAVUŞ
Bazı
hikâyeler vardır, eliniz varmaz yazmaya. Dimağınız durur. Ak kâğıt kömüre
dönüşür. Yazamazsınız. Anlatamazsınız düşüncelerinizi. Her kelimenin kifayetsiz
kaldığını düşünürsünüz. Gözleriniz dolar, kaleminiz donar ya, işte ben ne zaman
Genco Çavuş’un hikâyesini yazmaya kalkışsam yetersiz kaldığımı düşünürüm. Çok
şey bilirim aslında… Ama anlatamam ki. “Ben anlatsam da anlamazlar ki,” derim.
Gücüm yetmez. Mecalsiz kalırım. Elim ayağım dökülür sanki. Hep yenilmişliğimi
hissederim. Yıkıldığımı düşünürüm. Kim ne bilsin benim ne düşündüğümü, ne
hissettiğimi, ne gördüğümü…
Ben
aslında her gün en az iki defa Genco Çavuş’u yaşarım. Şu sabahlar yok mu, En
çok da sabahları etkilenirim. Her sabah içim “cız” eder. Her sabah Genco Çavuş
gelir aklıma. “Keşke düşünmesem” derim. “Keşke herkes gibi bende bilmeseydim.” Ama biliyorum. Ama görüyorum. Ama
hissediyorum. Ben de bir insanım. Benim de duygularım var. Yaşlandıkça artan
duygularım bazen çekilmez olur. Anılar
gözlerimin önünde şekillenir. Resimler toplanır beynime. Beynimi kemiren
resimlere teslim oluyorum.
Bir
yiğit gelir gözlerimin önüne. Anadolu yiğidi. Civan gibi. Boylu poslu. Bindi mi
doru atın sırtına, yer zangırdar. Geçtiği yollar kalabalıklaşır. Gören gözler
kamaşır. Konuşan diller tutulur.
Genco
Çavuştur o… Hacın bilir onu. Asmaca bilir. Mağara bilir. Everek bilir…
Toroslarda adı dilden dile dolaşır. Genç kızların hayalini süsler. Geçtiği
caddelerde, onu görmek için genç kızlar; kapılara, pencerelere, damlara
çıkarlar. Fark etmez Müslüman’ı, Ermeni’si… Genç kızların prensidir o. Hayaller
kurulur onun üstüne. Bir gece gelse diye düşünür; Meryemler, Ayşeler, Rozalar…
“Bir gece gelse de, alıp atının terkisine beni götürse,” der nice kızlar. Ama
erkekler kıskanır onu. Her erkeğin bir kini vardır ona. Onun gölgesinde kalır
nice civanlar. Bir başkadır Genco canım, bir başkadır işte.
Kelimeler
anlatamaz ki onu. Takılır kalırsınız bir noktada.
Siz
gördünüz mü Gezbeli? Gezbeli denen bir yüce geçit vardır. Torosların tam
sırtında… Zor geçilir. Zor aşılır Gezbeli… 2000 metreyi gösterir rakımlar.
Aşmak için yürek ister, soğuk kış gecelerinde oraları. Rüzgârı esti mi deli
eser. Nefesiniz kesilir doruğuna çıktığınızda. O geçit Akdeniz’i İç Anadolu’ya
bağlar. Saraycık denen bir köy vardır onun hemen duldasında. Orda da bir
jandarma karakolu… İşte Genco Çavuş, orada çavuştur. Osmanlının çavuşu. “Kürt
Genco Çavuş” derler onun lakabına.
Anadolu’da
herkesin bir lakabı vardır. Herkes bir lakapla anılır. Lakapsız insan yok
sayılır. Türk’ün töresidir aslında lakap. Ünüdür, şerefidir. Yiğit lakabı ile
anılır, lakabıyla yaşar, lakabıyla ölür.
Genco
Çavuş, çavuşların piridir sanki. Gözü kara, yüreği berk, bileği sağlamdır.
Kimse tartışmaz onun sağlamlığını. Özü sözü birdir.
Çok
düşkündür vatanına… Canını verir bayrağı için. Tepeden tırnağa bir Türk’tür
Genco Çavuş. Ne vatanını, ne milletini peşkeş çekmez kimselere… Eğilmez menfaat
için. Boyun bükmez kendini bilmezlere. “Gelene ağam, gidene paşam” diyenlerden
değildir.
Devir
Osmanlı devridir. Osmanlının
ihtişamından almıştır bütün ruh halini. Eğilmez, bükülmez… Bir yiğit çavuştur
işte kısacası.
Dedim
ya size, anlatmakta zorlanırım onu. Kelimelerim aziz kalır. Yüreğimin dolusunu
kağıda dökemem. Tarif etmek imkânsızdır, hafızamdaki kelimelerle onu.
Osmanlı
dağıldı ya… Devlet güçsüz kaldı ya… Leş kargalarının her biri bir yerden
saldırdı ya. İşte zaman, o zamandı artık. Fransızlar işgal etmişlerdi
Anadolu’nun bir bölümünü. İşgal edilen topraklar içerisinde Hacın denen yer de
vardı. Devrine göre oldukça mamur olan bir kazaydı Hacın. Hacın’daki evinden
Çatak suyunu seyrederdi. Obruk deresi de derler o suya. Mart geldi mi
görmelisiniz çatak suyunu, gümbür gümbür akardı. Dupduru. Kim bilir kaç defa
abdest almıştı çatak suyundan Genco Çavuş. Kim bilir kaç defa girmiştir obruk
deresine. Ama son zamanlarda obruk deresi içini burkuyordu. Eski güzelliğinden
eser kalmamıştı.
Seyretti
bir süre obruğun deresini. Hayallere daldı. “Eskiden ne güzel akardı” diye
geçirdi içinden.
Su
aynı suydu oysa. Dere aynı dereydi. Yer aynı yerdi. Adam aynı adamdı. Değişen
bir şey vardı. Vatan işgaldeydi. Onun
için eski tadı yoktu baktığı derenin. Gözlerini yukarılara kaldırdı. Eski
Osmanlının karargâhında in cin top oynuyordu. Eskiden olsa talim sesleri
duyulurdu. Hizaya dizilip bir yürüdü mü askerler, kalede yankılanırdı ayak
sesleri. Askeri kışlanın gönderinde Osmanlı bayrağı hiç inmezdi. Ay yıldızlı
bayrak nazlı nazlı dalgalanırdı.
Gözleri
bayrağı aradı kışlanın gönderinde. Göremedi bir türlü.
“Of”
dedi derinden. “Esaret ne zormuş.”
Kışlanın
bomboş olması, gönderde ay yıldızın olmayışı onuruna dokundu. Zordu bir asker
için. Bu günleri görmektense ölmeyi isterdi Genco Çavuş.
“Rüya
mı” diye geçirdi içinden. Bir tokat attı kendi kendine. Gözlerini birkaç defa
kapattı açtı. İndi çatak suyuna elini yüzünü yıkadı. Tekrar baktı askeri
kışlaya. Değişen bir şey yoktu. Manzara aynı manzaraydı. Başını daha yükseklere
kaldırdı. Ağcapür’ü seyretti. Ak Bedir Dede yatardı Ağcapür’ün başında. Ak
Bedir’di, Akça Bedir’di. Müslümanlar ne zaman dara düşseler, Ak Bedir Dede’den
medet umarlardı. Açtı avuçlarını: “Nerdesin ya Ak Bedir Dede,” dedi. “Yetiş
artık yetiş. Dardayız işte. Kâfirin kılıcı bizden keskin oldu.”
Fransızlar
işgal edince o toprakları, ne Genco Çavuş’un çavuşluğu, ne de koca Osmanlının
hükmü kalmıştı. Herkes Fransız’ın emrine girmişti. Hacın hükümet konağında
artık Fransız bayrağı vardı. Bir yerde kimin bayrağı hükümet binasında
dalgalanırsa hüküm ona aitti. Bakmayın
siz Ermenilerin ileri geri konuştuklarına. Kaymakamın Ermeni olması hiç önemli
değildi. Fransız’dan emir almadan o kaymakam bir bardak su bile içemezdi.
İçemedi de…
Fransız
kendisine kuklalar aradı. Ermeniler onların dediğini yaptılar. Ama birileri
vardı ki hiç emir almaya alışkın değildi. Esaret onlar için ölümden kötüydü.
“Ulan”
dedi Genco Çavuş “ulan kader, şu koca memleket Kör Aram’a kaldı.”
Hiç
olacak iş miydi? Serserinin biriydi Aram. Aram aklına geldikçe tepesi attı. Yumruklarını sıktı. Öfkesi arttıkça arttı.
Aram hırsızın birisiydi. Şerefsizin, namussuzun birisiydi. Ne ararsan onda
vardı. Kaç defa düşmüştü karakola…
“Şimdi
adam oldu” dedi. Bir de çavuş etmişler. Çavuşluk bu kadar ucuz mu? Kapattı
kendisini evin en ücra odasına. Görmek istemiyordu Osmanlı kışlasını. Her baktıkça dağlar içine oturuyordu.
“Ulan
hainler” dedi kendi kendine. “Ulan hainler, işiniz gücünüz gambazlamak. Ne
geçti elinize şimdi. İşte Hacın’dayım!”
Genco
Çavuş’un iki evi vardı. Birisi Hacın’da, diğeri Çadıryeri’ndeydi. Çocuklarını
güvenli olarak bilinen Çadır yeri köyüne götürmüştü.
“Çocuklar
güvende” dedi kendi kendine. Eşi Zeynep geldi gözlerinin önüne. Ne güzel
kadındı Zeynep. Bütün Hacın kızları Genco’ya hayranken o Gürleşen Köyü’nden
Zeynep ile evlenmişti. Zeynep Şafi kendisi Sünni’ydi Genco Çavuş. Dini bütündü.
İnançları sağlamdı.
Evliydi ama yine de Hacın’da bulunan Ermeni
kızları ona yanıktı. Hatta Amerikan Kolej Müdürü Mss Cold’un bile ona tutkun
olduğu dilden dile dolaşıyordu. Dedikodu o kadar yaygındı ki, Mss Cold’un
“Genco beni ikinci eş olarak alsa, dinimi bile değiştiririm” dediği
konuşuluyordu. Genco kulak tıkardı bütün dedikodulara. Onun gül gibi karısı
Zeynep vardı. Dağ gibiydi ardında. Genco’nun yiğitliğinin temelinde aslında
Zeynep vardı. Zeynep, Genco Çavuş’un yokluğunu hiç hissettirmezdi. Evine bir
misafir gelse, köyde birinin bir derdi olsa Zeynep hemen yetişirdi.
Çocukları
geldi gözlerinin önüne. Beş oğlu vardı. Allah ona kız evladı vermemişti. “Keşke
bir de kızım olsaydı.” diye içinden geçirdi. O da anasına benzeseydi. Olmadı
işte! Alla kız yerine dağ gibi beş oğlan verdi. En büyüğü Cemal’dı
çocuklarının. Cemal Paşa’nın adını koymuştu ona. 1909 yılında Hacın karıştığında,
Yüzbaşı Teber Efendi şehit olduğunda, Cemal Paşa Hacın’a gelmişti. Genco ilk o
zaman görmüştü Cemal Paşa’yı. Çok etkilenmişti Cemal Paşa’dan. Oğlu olunca
adını Cemal koydu. İkinci oğlu olduğunda Osmanlı padişahlarından Sultan
Reşat’ın adını koydu. Ama nedense ona bir türlü Reşat diyemediler. Reşat’a hep
Paşa diye seslendiler. Çünkü Cemal’dan sonra Reşat demek pek uymuyordu. Cemal,
Paşa, Mazlum, Hakkı, Kamil ve en küçüğü Mehmet İhsan… Mehmet İhsan kundaktaydı. Doyasıya
görememişti onu. Doyasıya sevememişti. Nasıl sevsin ki, vatan işgaldeydi.
İnsan
yalnız kalınca kendini dinlermiş ya. Hayatı bir film gibi gözlerinde döndü
durdu. Yıllar ne çabuk geçmişti. Muş’tan gelmişti. Şu kan davası yok mu? Kimini
anadan, babadan, yardan, vatandan ayırır ya, Genco’yu da bir kan davası
vatandan etmişti. Muş onun vatanıydı. Anası, babası aşireti Muş’luydu. Beş
kardeştiler. En büyükleri Genco’ydu. Kamil, Murat, Bayram ve en küçükleri…
Hepsi bir bilek gibi olmuşlardı. Bükülmeyen bir bilek gibi... Eğilmeyen bir
yürek gibi… Evini 2000 Metre yükseklikte Gezbeli’n yamacında bulunan Çadıryeri
Köyü’ne kurmuştu. Sırtını Gezbeli’ne dayamıştı. Köyün direğiydi sanki. Derdi,
tasası olan ona koşardı. Hastası olana dermandı. Hala o köyde anlatırlar. Bir
gün bir çocuğun kafası kIrılmış. Sanki beyni görünüyormuş çocuğun. Getirmişler
Genco Çavuş… Nereye götürsünler ki, doktor yok, hastane yok. Genco Çavuş tedavi
etmiş çocuğu.
Şimdi
Kayseri’nin Develi ilçesine bağlı bulunan Çadıryeri Köyü’ndeydi evi. Kendi
köyüne çok yakın olan Saraycık Köyü’nde de karakol komutanıydı. Asker adamdı
Genco Çavuş. Nereden ne tehlike geleceğini çok iyi bilirdi. Tehlikeyi sezdiği
için çocukları Çadıryeri Köyü’ndeydi. Fransız güneyleri işgal etmişti ama
Gezbeli’ne gücü yetmezdi. Zaten Mustafa Kemal devleti artık şekillendiriyordu.
Bütün ordu mensupları gibi Genco Çavuş da Kuvay-i Milliye ile irtibata
geçmişti.
Hain
her millette vardır. İçten içe milletin kanımı emer de kimsenin haberi bile
olmaz. Hep fırsatçıdır hainler. İhanet etmek onların kanına işlemiştir bir
kere. Vatan işgaldeymiş, ar-namus elden gidiyormuş, onların umurunda bile
değildir. Siz vatan müdafaası için bir
şeyler yapmaya kalkışırsanız, o ihanet şebekeleri birden ispiyonculuğa
başlarlar. Bu bazen en yakınınız olur. Bazen hiç tahmin etmediğiniz… Genco
Çavuş’un Kuvvay-i Milliyeci olduğunu en yakınlarından Kazım biliyordu.
Yetiştirdi hemen Fransız işgal güçlerine. Onlar da fırsat bu fırsat diye Genco
Çavuş’u tutuklama kararı çıkarttı. Genco Çavuş çok çabuk ihbarcıyı ve tutuklama
kararını öğrendi. Bir o değil bütün çevresi haberi aldı. Her an bir olay
bekliyorlardı. Mevsim kıştı. Ocak ayının ortalarıydı. 1920 yılı Ocak ayı…
Allahtan Gezbeli geçidi geçit vermezdi. Yoksa köyü basardı Ermeni kamavorları.
Genco Çavuş’u köyden zorla alırlardı. Çünkü köyün direnecek gücü yoktu.
Silahlanıp dağa da çıkabilirdi. Etrafına adamlar da toplayabilirdi. Ama şimdi
zaman o zaman değildi. Sakin olmak lazımdı. Düşmanı kendi silahı ile vurmak
lazımdı. Telaş etmek, hata etmekti. Çok düşündü. Ulaşabildiği Kuvayı-i
Milliyecilere durumu anlattı. Sonunda topladı köyün ileri gelenlerini… Durumu
anlattı. Onun için iki yol vardı. Ya gidecek teslim olacaktı, ya da onların
gelmesini bekleyecek, savaşacaktı. Asker adamdı. Savaşı bilirdi. Ama Fransız
ordu silahları ile donatılmış Ermenilerle savaşacak gücü yoktu. Kendinsi yüzünden bir köy zarar görecekti.
Ermeni acımasızdı. Savaş kuralını da bilmezdi. Köye bir gelecek olsa çoluk
çocuk demeden hepsini kurşuna dizerlerdi. Kadınlara kızlara sarkıntılık
ederlerdi. Köyü yağmalarlardı. En iyisi teslim olmaktı. Olacak nasıl olsa
olurdu. Çocukları, köylüleri için kendisini feda etmeliydi. Teslim olmaya karar
verdi. Köylüler “Gel gitme. Teslim olma!” dediler ama onun için en doğru karar
teslim olmaktı. O da onu yaptı.
Onun
teslim olmasıyla Çadıryeri Köyü baskından kurtuldu.
Bir
ay kadar Hacın’da gözetim altında kaldı. Her gün sorguya çekildi. Ona her gün
Mustafa Kemal ile bir ilişkisin olup olmadığı soruldu. O her gün ilişkisinin
olmadığını, onu tanımadığını söyledi. Her gün sabah, öğle ve akşam ilçede
olduğunu beyan eden imzalar attı. Kimse ile görüştürülmedi. Evinde göz hapsinde
tutuldu. Alışmıştı artık Genco Çavuş her gün ifade vermeye. İfadesi hiç
değişmedi. Her defasında ezberlediği ifadeyi tekrar etti, durdu.
O
gün de öyle oldu. Sabah, öğle ve akşam evine 250 metre uzaklıktaki hükümet
konağına gitti. Hacından çıkmadığını, kimse ile görüşmediğini beyan eden
ifadesini imzaladı. Evine geldi.
Gece
olmuştu. Sessizlik bir kâbus gibi çökmüştü Hacın’ın üzerine. Genco Çavuş’un gözleri
daldı mı, yüreği uyudu mu bilinmez. Birileri paldır küldür kapısını
tekmeleyerek içeriye girdiler. Daha silaha davranmadan kafasına dayadılar
Fransız yapımı mavzeri. Bekliyordu zaten Genco Çavuş bunu. İstifini bile
bozmadı.
“Düştün
elime Genco” dedi Tegm. Ohannes.
Pis
pis sırıttı Cebeciyan.
Aram’ın
keyfine diyecek yoktu.
Arşak
zilzurna sarhoştu. Ayakta duracak gibi değildi. Salyaları akarak zaferini
kutluyordu.
İlk
dipçiği Artin vurdu Genco Çavuş’a.
Tek
gözü ile kapıyı gözetliyordu Kör Boğus.
Genco
Çavuş’un gece yarısı evini basanlar; Teğmen Ohannes, Cebeciyan, Aram Çavuş,
Arşak, Artin ve Kör Boğos adlı eşkıya sürüleriydi. Bu eşkıya sürüleri Hacın’da
olan bütün olayların baş aktörleriydi.
Kaymakam
Çalyan Karabit bile bunların birer cani olduklarını biliyor ancak onun bile bu
eşkıya sürüsüne gücü yetmiyordu. Kanun olmuşlardı. Hem hüküm verip hem cezayı
uyguluyorlardı.
Ellerini
hemen arkadan bağladılar Genco Çavuşun. Boynuna ip geçirdiler. Zorla
çıkarttılar evinden onu. Gecenin karanlığında olanca sesleri ile “Genco Çavuş
elimizde” diye avazları çıktığı kadar bağırdılar. İstiyorlar ki dünya duysun bu
zaferlerini. Hükümet konağı ile Genco Çavuş’un evinin arası en fazla 250
metreydi. O 250 metre mesafeyi gitmek saatler aldı. Onlar vurdu Genco direndi.
Bir kişiye karşılık altı kişiydiler. Ama güçleri yetmiyordu Genco Çavuşa.
Tekme, tokat, dipçik, odun, taş ne buldularsa vuruyorlardı. Genco Çavuş yediği
darbelere aldırmıyordu sanki. Başını dik tutmaya çalışıyordu hep. Aram olanca
güzü ile arkasından bir odunla vurdu. Ağzı üzeri yere kapaklandı Genco Çavuş.
Elleri arkadan bağlıydı. Dengesi sarsılmıştı. Düştüğü yerde toprağı öptü. Vatan
toprağıydı öptüğü. Kanı karıştı toprağa. O biliyordu sonunun ne olacağını.
Gün
ağarmaya başladı. Zoraki soktular onu hükümet konağına. Hükümet konağına onu
götürdüklerinde içeriden çığlıklar yükseldi. Ondan önce yüzlerce Hacın Türk’ü
doldurulmuştu hükümet konağına. Kimler yoktu ki? Hacın Türklerinden hatırı
sayılır herkes oradaydı. Dede Ağa, Başkâtip Nazir Efendi, Hacı Ağa Zade Ali
Efendi, Zahit Efendi, Kadı Efendi, Komiser Ömer Efendi. Kimler yoktu k? Herkes
oradaydı. Kadınlar, kızlar, çocuklar yaşlılar… Her makamdan, her mevkiden insan
vardı. Ama ilk defa bir asker getiriliyordu hükümet konağına. Bu bir zaferdi
onlar için. Ohannes’in sesi yükseldi hükümet konağının koridorlarında. Avazı
çıktığı kadar bağırıyordu Ohennes:
“Kalkın
dacikler kalkın. Güvendiğiniz dağlara kar yağdı.”
Herkes
duydu Ohennesin öküz gibi böğürmesini. Uyuyanlar uyandı.
Koridorda
yürürken Genco Çavuş, iki kişi kollarına girmişti. Arkadan bir dipçik vuruldu
kuluncunun ortasına. Görenlerin yüreği ağzına geldi. Ama o aldırmadı dipçik
darbesine. Yarım dönüp geriye baktı. Dipçiği vuran Aram’la göz göze geldi. Aram’ın
rengi attı birden. Bakışlarından korktu Genco Çavuşun.
“Eline
geçmişken öldür Aram” dedi Genco Çavuş.
Aram
pişkin pişkin cevap verdi.
“Emredersin
Genco Çavuş. Ama acele etme. Seni yavaş yavaş öldüreceğim.”
Neden
böyle getirdiklerini anlamaya çalıştı Genco Çavuş. Oysa daha kaç saat olmuştu.
Gelip ifadesini vermişti. Her şey yolundaydı.
Onu
Ohennes’in bulunduğu odaya tekme tokat götürdüler. Elinde bir demir vardı Ohennes’in. Genco
Odaya girer girmez ilk darbeyi başına aldı. Ohennes bütün kinini kusar gibi akla
hayale gelmedik küfürlerle birlikte elindeki demir ile neresi denk geldiyse
vurdu Genco Çavuş’a… Bir ara:
“Söyle
kancık dölü. Kimdi akşam evine gelen?”
Bir
şey anlamadı Genco Çavuş. Zoraki:
“
Kim gelmiş evime… Gelen olmadı.” dedi.
“Bir
de yalan söylüyorsun şerefsiz” derken beraber bacaklarına doğru demirle vurdu
Ohennes.
Bu
bir plandı aslında. Genco Çavuş’un evine ne gelen ne giden olmuştu. Kimse ile
de görüşmemişti.
“Ben
sana yalan söylemenin cezasını göstertirim” dedi Ohennes. Elindeki demiri alev
alev yanan sobanın içine soktu. Demir kıpkırmızı oldu. Çekti sobanın içinden
demiri. Kıpkırmızıydı demirin yarı yeri. Önce üzerine tükürdü demirin. “cıs”
diye bir ses çıktı demirden. Sıcak demir yanağında patladı sanki Genco
Çavuş’un. “Cas” etti demirin değdiği yer. Direnmek istedi Genco Çavuş.
Çullandılar üzerine. Ellerini, ayaklarını bağladılar. Yere yatırdılar.
Ayaklarını falakaya geçirdiler. Demir ısıtıldı ısıtıldı ayakaltlarına basıldı.
Vücudunun her yeri kızgın demirden nasibini aldı. Etleri pörsüdü. Derileri
şişti.
Melek
Hanım dile geldi:
“Örflüydün Genco Çavuş
Gavurlara eyle zavır
Bebeğimi
öldürüyor
Çamşaroğlu goca gavur”
Medet umuyordu Melek Hanımlar Genco
Çavuştan… Örfü kalmamıştı Genco Çavuş’un.
Ohennes
sıcak demirle Genco Çavuşa vurmaktan yoruldu. Cebeciyan aldı bu defa demiri
eline. Sıraya girdiler. Kızgın demirle her yerini dağladılar. Herkes kendinden
bir iz kalsın istiyordu. Hepsi isteklerini yerine getirdiler. Her vurduklarında
iki ses duyuldu odada. Demirin değdiği yerde çıkarttığı “Cos” sesine Genco
Çavuş’un dudaklarından çıkan “Allah” sesi karıştı.
Sabah
olmuştu. Gün ağarmıştı. Yorgun düştüler
Genco Çavuş’u dövmekten.
“Dinlenelim
biraz” dedi Ohennes. Aram öfkesini hala alalamamıştı.
“Siz
dinlenin. Ben nöbet tutarım!”
Dinlenmeye
çekildi Ohennes, Cebeciyan, Arşak, Artin
ve Kör Boğos… Aram tek güçtü artık orda.
“Sobaya
odun atın” diye emir verdi yanındakilere. İki kucak meşe odunu getirdiler
odaya. Öfkelendi Aram Çavu.
“Bu
ne? Bu ne? Bu ne?”
Yanındakiler
de bir şey anlamadı. Gayri ihtiyari bir ses çıktı odunu getiren ağzından:
“Odun!”
Öfkesi
arttı Aram’ın:
“Al
bu odunu ananın ….. sok” dedi.
Kaptı
yerden odunun birini. Getiren adamın kafasına vurdu. Deliye dönmüştü sanki… Diğer
odunları aldı eline. Yaklaştı Gence Çavuş’a… Vurdu, vurdu, vurdu. Yorulana
kadar vurdu. Kanlar fışkırdı Genco Çavuş’tan.
Yorulmuştu
Aram. Burnundan soluyordu. Derin derin nefes aldı. Kalbi sıkışacak gibi oldu.
Salyası aktı. Kan tere battı. Oturdu köşede duran koltuğa.
“”Odun
getirin!” çam odunu istiyom. Kızılçam!”
İki
kucak kızılçam odunu getirdiler.
“Hah,
işte bu!”
Kızılçam
odunu alevli yanardı. Niyeti alevde demiri ısıtmaktı. Doldurdular kızılçam
odununu yanan sobaya. Kısa sürede tutuştu kızılçam odunu. “Güm, güm” sesler
çıktı sobadan.
“Demiri
sobaya sokun” diye bağırdı.
Bir
metre uzunluğundaki enli demiri sobaya soktular. Alevle demir sarmaş dolaş
oldu. Kızılçam yandıkça yandı. Demir kızardıkça kızardı. Aram yerinden kalktı.
Eline bir bez parçası alarak demirin arka tarafından tuttu. Çıkarttı demiri
sobadan. Kıpkırmızı olmuştu demirin ucu, yarısına kadar. En büyük zevkiydi
Aramın kızarmış demire tükürmek. Yutkundu ağzına bağlam topladı. Tükürdü demire…
“Cossssssss” diye bir ses duyuldu sessiz odada. Pis pis güldü Aram. Yan yan
baktı Genco Çavuşa.
“Söyle
bakalım Genco, sen mi çavuşsun ben mi?”
Genco
Çavuş alay eder bir tavırla baktı Aram’a…
“Çavuş
olan insan eli bağlı adama işkence etmez.”
“Ne
ya, elini mi çözmemi istiyon. Yediğin dayak yetmedi mi?”
“Çözersen
yetip yetmediğini görürsün!”
Son
söz Genco Çavuş’un ağzından yarı çıktı. Yarı çıkmadı. Aram olanca gücü ile
elindeki kızgın demirle Genco Çavuş’un ağzının üzerine vurdu. Dişleri döküldü
Genco Çavuşun. Ağzından kanlar geldi.
Pis
pis sırıttı Aram. Zevk alıyordu işkence etmekten. Eli bağlı adama vurdukça
kendisini daha güçlü hissediyordu. Güçlendikçe hırslanıyor, hırslandıkça
rastgele elindeki demiri Genco Çavuş’a indiriyordu. Demir soğuyana kadar vurdu.
Demiri yanan sobaya yeniden soktu.
Yeniden demir kızardı. Adamları bacaklarından tuttular Genco Çavuş’un. Kızgın
demirle önce ayaklarını dağladı. Sonra bütün vücudunu… Kızgın demirin değmediği
yer kalmadı Genco Çavuş’un vücudunda. Derileri kabar kabar oldu. Vücudu şişti.
Bir süre sonra acıları duymaz oldu. Değen darbeleri hissetmedi bile. Aram
istiyordu ki vurdukça Genco Çavuş çığlıklar atsın. Ondan ise ses çıkmıyordu.
Tuttu boğazından:
“Bağırsana
lan, bağırsana o… çocuğu.”
Duymadı
bile Genco Çavuş.
“Öldü
galiba” dedi içlerinden birisi.
“Ne
ölmesi? Bunlar dokuz canlıdır. Ölmez bunlar” dedi Aram.
Demiri
yeniden sobaya soktu.
“Odun
atın sobaya!”
Emir
kesindi. Koşup iki kucak daha kızılçam onunu getirdiler.
Gün
tepeye yükselmişti artık. Diğer işkenceciler biraz uyumuşlardı. Dinlenmişlerdi.
Bu gün onlar için önemli bir gündü. Genco Çavuş ellerindeydi. Alelacele
kalktılar yataklarından. Aram Genco’yu öldürür diye korktular. Birden öldürmek
olmazdı onu. Yavaş yavaş öldüreceklerdi. Onu öldürmelerini herkese
seyrettireceklerdi. Korku vereceklerdi Müslüman ahaliye.
İlk
Boğus girdi işkence odasına.
“Öldürdün
mü yoksa Aram?”
“Bunlar
hemen öyle kolay ölürler mi? Ölmedi Şerefsiz!”
Bir
“oh” çekti Boğus.
Arkasından
Ohennes, Cebeciyan ve diğerleri geldiler. Genco Çavuş’un ölmediğine sevindiler.
“Çalgıcıyı
çağırın” dedi Ohennes. “Bu gün düğün var!”
Hükümet
konağının önüne bayram yeri kuruldu. Sahne hazırlandı. Çalgıcılar başladılar
kahramanlık türkülerini çalmaya. Şiirler okundu. Türküler söylendi.
Vakit
öğle vaktini geçmişti. Çalgı sesini duyan Hacın’lılar hükümet konağının yanına
akın ettiler. Mahşer yerine döndü Hacın Hükümet Konağı’nın önü.
Çalgıcılar
halkı coşturdukça coşturdu. Yer gök inledi sanki. Zafer havası vardı Hacın’da.
Gönderde dalgalanan Fransız Bayrağı kimseleri rahatsız etmedi. Hacın şarapları
içildi. Havaya silahlar sıkıldı. Gürültü sardı her yeri. Hacın Hükümet
Konağı’nın zemin katında bulunan Müslümanlar olup biteni anlamaya
çalışıyorlardı. Bir anlam veremediler bu gürültüye. “Acaba önemli bir Fransız
mı gelecek?” diye yorumladılar.
Birden
silahlar patladı. Yollar açıldı. Elleri arkadan bağlı, kanlar içerisinde birini
sürükleye sürükleye meydana getirdiler.
Yaşlı dud ağacına bağladılar ellerinden… Etrafında halkalar yaptılar.
Tavaf eder gibi etrafında dolaştılar Genco Çavuş’un. Sonra Ohennes kısa bir
konuşma yaptı.
“İşte
görün Osmanlı Çavuşun halini! Şimdi köpek gibi bize yalvaracak. Artık bizim
sözümüz geçecek Hacın’da. Kilikya Devletini kuracağız. Dostlarımız Fransızlar
bize silah, yiyecek, giyecek verecek. Artık özgürüz!”
Herkes
alkışladı Ohennes’i.
Cebeciyan
söz aldı arkasından. O da nutuk attı. O da artık bir Ermeni devleti
kurduklarını söyledi. O da Fransızlara yağ çekmekten geri kalmadı. Onu da
alkışladı meydanda olan kalabalık.
Çalgılar
başladı çalmaya. Genco Çavuş’un etrafını açtılar. Halka genişledi. Hükümet
konağından taraftaki insanları kenara çektiler. Türkler görsünler istediler
Genco Çavuş’un son halini.
Türkler
uzaktan seçmeye çalıştılar çarmıhta asılı duran adamı. Birbirlerine sordular. O
anda bir bıçak darbesi indi Genco Çavuş’un kabarmış derisine. İlk yüzündeki
deriyi yüzdüler. İlk bıçağı Ohennes vurdu Genco Çavuş’a. Kıpkırmızı kan
fışkırdı Ohannes’in üzerine. Ses bile çıkartmadı Genco Çavuş. Kanın fışkırması
ile çalgıcılar oynak havalar çalmaya başladılar.
Hükümet
Konağındaki Müslümanlar pencereden bakıyorlardı olup bitene. Ama bir türlü kime
işkence yapıldığını anlamamışlardı. Melek Hanım pencereye yaklaştı.
“Çekilin.
Bir de ben bakayım!” dedi.
Dikkatli
gözlerle baktı Melek Hanım. İçi sızladı.
Yüreği yandı. Gördüklerine inanamadı. Bu oydu. Bu oydu. Yürekleri dağlayan bir
ses tonuyla:
“Kürt
Genco’yu yüzüyorlar
Özne
gibi öve öve”
“Kürt
Genco’yu yüzüyorlar
Özne
gibi öve öve”
“Kürt
Genco’yu yüzüyorlar
Özne
gibi öve öve”
Yürekler
dağlandı. Dışarıda düğün, içeride figan koptu. Hükümet konağının dışarısı
bayram ederken, içerisi ağıtlara karıştı.
Saatlerce
işkence ile derisini yüzdüler Genco Çavuş’un. Kağnılar gıcırdadı. Silahlar patladı. Şerefe
naraları yeri göğü tuttu. Ne ses kaldı Genco Çavuştan ne nefes. Derisini oğlak
gibi yüzdüler. Kıpkırmızı eti meydana çıktı Genco Çavuş’un. Dut ağacına onu
bağladıkları ipe bir bıçak attılar. İp koptu. Genco Çavuş bir et parçası gibi
yere yığıldı. Kan doldurdu her yeri. Bir çul getirdiler meydana. Onun cesedini
getirdikleri çulun üzerine koydular. Üzerine yatırdıkları çulun her yeri kıpkırmızı
kan olmuştu. Göğe bakıyordu Genco Çavuş. Kaşlarını bile çatmadan. “of” bile
demeden. Teslim olmuştu yaratanına. Son darbeyi vurmak için sıraya girmişti pos
bıyıklı Kamavorlar. Kahraman olacaklardı. “Genco Çavuş’u ben öldürdüm” diye
adlarını tarihe yazdıracaklardı. İstiyorlardı ki Genco Çavuş inilesin.
Yalvarsın onlara… O ise yapılan işkenceleri hafife alır gibi hafiften
gülümsüyordu. Deliye döndü Cebeciyan… Elindeki bıçağı Genco Çavuş’un bağrına
sapladı. Ses bile çıkmadı Genco Çavuş’tan. Yalvarmadı Cebeciyan’a. “Öldürme
beni” demedi.
Bir alkış koptu
kalabalıktan. Sloganlar atıldı. Zafer kazanmış kahramanlar gibi havaya silahlar
sıktılar.
Bir tahta
getirdiler bir yerlerden. Sanki tabuta yatırır gibi yatırdılar üzerine. Kanı
aka aka hükümet konağının penceresinin önüne getirdiler Genco Çavuş’un
cesedini.
“Görün, görün.
Sonunuz bu olacak!” diye bağırdılar Hükümet konağında tutuklu olan
Müslümanlara. Gözdağı verdiler onlara. Yumdu gözlerini görmemek için
Müslümanlar. Gözyaşı döktüler. Ağıtlar yaktılar.
Marşlar
eşliğinde Genco Çavuş’un cesedini Hacın’ın girişindeki kemerli köprüye
getirdiler. Şimdi Orman işletmesi ve
Sağlık ocağı olarak kullanılan iki binanın arasından geçen yola cesedi
yatırdılar. Teşhir ettiler cesedi iki gün boyunca. Hacın’da ne kadar Ermeni
varsa gelip Genco Çavuş’un yüzülmüş cesedine baktı. Üzülenler de oldu,
sevinenler de… İçi burkulanlar da oldu. Yüzüne tükürenler de…
İkinci gün ceset
Kirkot çayı ile Obruk deresinin birleştiği yere atıldı. Gözü dönmüş caniler
hırslarını alamadılar. Çıktılar taş köprünün üzerine oradan Genco Çavuş’un
cesedini taş yağmuruna tuttular. Ceset görünmez olana kadar ona taş attılar.
Taşların altında kaldı Genco Çavuş. Kirkot Çağı kan ağlar gibi her mevsim Genco
Çavuş’un öldürüldüğü şubat ayı sonlarında çamur aktı yıllarca. Onun her daim abdest aldığı Obruk deresi her
şubatta gelinlik giymiş kız gibi dupduru aktı.
Bu bir sır mıydı acaba? Biz Kirkot’un bulanıklığını, Obruk deresinin
berrak akışını anlayamadık mı acaba?
Bu bir vahşetti.
Bu vahşeti seyreden gözler, gördüklerini dilden dile anlattılar. Nesilden nesle
intikal etti Genco Çavuş’un hikâyesi. Ancak kimse onu yüksek sesle söylemek
istemedi. Çünkü her söylendiğinde yürekler dağlandı.
Hacın’da
katledilen yüreği yaralı Türk anası Melek Hanım onun için şunları söyledi:
“Muşambaya
oturtmuşlar
Etrafında
geziyorlar
Sen çete
topladın deyi
Çalgıyınan
yüzüyorlar!
Başkâtibi öldürdüler
Değneğinen
döve döve
Kürt
Genco’yu yüzüyorlar
Özne
gibi öve öve
Örflüydün
Genco Çavuş
Gâvurlara eyle zavır
Bebeğimi öldürüyor
Çamşaroğlu
goca gavur”
YILLAR YILLAR
SONRA
06.11.2010
Sonbahar
yaprakları artık sararmaya çoktan başlamıştı. Havalar soğuyordu. Bir süre sonra
yağmurlar başlayacaktı. Arkasından da kar yolları kaplayacaktı. İşte o zaman
Gezbeli’ne gitmek zordu. Gezbeli 2000 metre yükseklikte bir geçitti. Gezbeli
geçidi Ak Deniz ile İç Anadolu’yu birbirine bağlayan önemli bir geçittir.
Geçidin doğusunda Adana’nın Tufanbeyli ilçesine bağlı köyleri, batı tarafında
da Kayseri Develi ilçesine bağlı köyleri bulunmaktadır. 2010 yılı Temmuz ayında
Develi köylerinden Çadıryeri Köyü’ne Araştırmacı Yazar Sayın Yusuf Delikoca ile
birlikte bir tarih araştırması için gitmiştik.
Genco Çavuş’un
Çadıryeri Köyündeki evi, evde ikamet eden 1907 doğumlu Battal Ercan ve eşi
Melek Hanım.
O köye
vardığımızda bize köyde 103 yaşlarında bir adamın olduğunu, ancak adamın
hastalığı nedeniyle o anda Kayseri’de bir hastanede tedavi için bulunduğunu
söylemişlerdi.
Aradan
birkaç ay geçti. Yaşlı adam beynime yer etmişti. Genco Çavuş hikâyesini
araştırırken de Genco Çavuş’un Çadıryeri Köyü’nden olduğu bilgisine ulaşmıştım.
06.11.2010 günü Ertürk Abimle birlikte Çadıryeri Köyü’ne gittik. Köye
vardığımızda köyde kimse yoktu. Sanki terk edilmiş bir köydü. Canlı adına
kimseyi göremedik. Köyün içlerine doğru ilerledik. İn cin top oynuyordu. Bir
süre köyde dolaştık. Sonra bir kadına rastladık.
“Bacı
bu köyde kimse yok mu?” diye sorduğumda köylülerin bir cenazeye gittiklerini,
köyde kimsenin olmadığını, sadece birkaç kadının bulunduğunu söyledi.
“Bacı,
bu köyde çok yaşlı bir amca varmış, o da mı cenazeye gitti?” diye sordum.
“Battal Emmiyi mi soruyorsunuz?”
“Adını bilmiyorum. Köyün en
yaşlısını soruyoruz. Onlar üç kardeşler, küçük kardeşinin adı Ali. Bir de
bacısı olacak. O da yüz yaşına yakın!”
“O kadın öldü” dedi kadın.
“Ne zaman öldü?”
“15 gün oldu.”
“Onun abisi yaşıyor mu?”
“Battal Emmi yaşıyor. Şimdi
evdedir.”
“Evi nerede?” diye sordum. Kadın
bize evini gösterdi.
Eve varıp kapıyı
çaldık. Yaşlı bir teyze kapıyı açtı. Yaşlı ve sevimli bir teyze daha doğrusu...
Bizi güler yüzü ile karşıladı.
“Gelin, gelin.
Buyurun. Gelin.”
Selam verdik,
içeri girdik. Battal Amca kulağı ağır duyduğu için bizim içeri girdiğimizden
haberi bile olmamıştı. Arkası bize dönük olarak oturmuş, kulpu kırılan eski bir
çaydanlığı tamir etmeye çalışıyordu.
Selam verip
oturduk.
Battal Amca ve
eşi Melek Teyze bizi mahcup edecek şekilde bizimle ilgilendiler. Onlarla uzun
uzun sohbet ettik. Biz Battal Amca ile sohbet ederken Melek Teyze bize kahvaltı
hazırladı.
Battal Amca
Genco Çavuş’u yakından tanıyan bir adamdı. Onunla ilgili çok özel bilgiler
verdi. Hikâyeyi yazarken onun vermiş olduğu bilgilerden de faydalandım. Benim
için en önemli bilgi, o anda içinde bulunduğumuz evin Genco Çavuş’a ait ev
olmasaydı. Biz aslında bilmeden Genco Çavuş’un evine gitmiştik.
Genco Çavuş’un
evi oğulları tarafından Battal Ercan’a satılmış. Tabi yıllar geçmiş, ev de
bakımsız hale gelmiş. Battal Ercan’ın da ekonomik durumu iyi olmadığından eve
bakım yapılamamış.
Şu satırları
yazarken bile içim burkuldu. Genco Çavuş şehit edileli 90 yıl oldu. Yeni
yetişen nesil oldan habersiz… Ama en acısı millet olarak bizler tarihimize
sahip çıkmıyoruz. Bu gaflet uykusunu
üzerimizden atmak zorundayız. Kim yapar, beni kim dinler pek bilmiyorum ama
Genco Çavuş Ermeni mezaliminin çok canlı bir örneğidir. Genco Çavuş bir
simgedir. O simge tarihe mal edilmelidir.
İşkence ile katledilen Genco Çavuş önce Türk milletine anlatılmalıdır.
En azından hâlâ ayakta olan Genco Çavuş’a ait ev restore edilerek korumaya
alınmalıdır.
Ben çocukluğumda
çok iyi bilirdim ki, şimdi Saimbeyli Belediye binasının olduğu yerde Hacı
Dede’ye ait bir ev vardı. O evin önünde de bir yaşlı dut ağacı. Maalesef o dut
ağacı zaman içinde kesildi. Genco Çavuş o dut ağacında yüzülmüştü. O ağacı anıt
ağaç, ya da soykırım ağacı olarak koruyamadık.
Feke
istikametinden Saimbeyli’ye girişte üzerinden, defalarca geçtiğimiz Taş
Köprü’nün –Orman işletmesi ile Sağlık Ocağı’nın arası- bulunduğu ana yolda
Genco Çavuş’un cesedi teşhir edilmiştir. Bari hiç değilse, o caddenin veya
köprünün adı Genco Çavuş caddesi veya köprüsü olarak değiştirilmemdir.
Ayrıca,
Saimbeyli orman İşletme müdürlüğü hizmet binasının bahçesi olarak kullanılan ve
kirkot suyu ile Obruk Deresi’nin birleştiği yerde Genco Çavuş’un cesedi
taşlanarak gömüldü. Mülkiyeti devlete ait olan o bahçeye mutlaka Genco Çavuş’un
adı verilmeli ve heykeli dikilmelidir.
Tüm bunlar neden
yapılmalı? Tek cümle ile şunu diyebilirim ki, bu vatanın kolay vatan olmadığı
yeni nesillere ancak böyle anlatılır. Tabi biz idrak edebiliyorsak...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder