17 Nisan 2013 Çarşamba

GENCO ÇAVUŞ


GENCO ÇAVUŞ
Bazı hikâyeler vardır, eliniz varmaz yazmaya. Dimağınız durur. Ak kâğıt kömüre dönüşür. Yazamazsınız. Anlatamazsınız düşüncelerinizi. Her kelimenin kifayetsiz kaldığını düşünürsünüz. Gözleriniz dolar, kaleminiz donar ya, işte ben ne zaman Genco Çavuş’un hikâyesini yazmaya kalkışsam yetersiz kaldığımı düşünürüm. Çok şey bilirim aslında… Ama anlatamam ki. “Ben anlatsam da anlamazlar ki,” derim. Gücüm yetmez. Mecalsiz kalırım. Elim ayağım dökülür sanki. Hep yenilmişliğimi hissederim. Yıkıldığımı düşünürüm. Kim ne bilsin benim ne düşündüğümü, ne hissettiğimi, ne gördüğümü…
Ben aslında her gün en az iki defa Genco Çavuş’u yaşarım. Şu sabahlar yok mu, En çok da sabahları etkilenirim. Her sabah içim “cız” eder. Her sabah Genco Çavuş gelir aklıma. “Keşke düşünmesem” derim. “Keşke herkes gibi bende bilmeseydim.”  Ama biliyorum. Ama görüyorum. Ama hissediyorum. Ben de bir insanım. Benim de duygularım var. Yaşlandıkça artan duygularım bazen çekilmez olur.  Anılar gözlerimin önünde şekillenir. Resimler toplanır beynime. Beynimi kemiren resimlere teslim oluyorum.
Bir yiğit gelir gözlerimin önüne. Anadolu yiğidi. Civan gibi. Boylu poslu. Bindi mi doru atın sırtına, yer zangırdar. Geçtiği yollar kalabalıklaşır. Gören gözler kamaşır. Konuşan diller tutulur.
Genco Çavuştur o… Hacın bilir onu. Asmaca bilir. Mağara bilir. Everek bilir… Toroslarda adı dilden dile dolaşır. Genç kızların hayalini süsler. Geçtiği caddelerde, onu görmek için genç kızlar; kapılara, pencerelere, damlara çıkarlar. Fark etmez Müslüman’ı, Ermeni’si… Genç kızların prensidir o. Hayaller kurulur onun üstüne. Bir gece gelse diye düşünür; Meryemler, Ayşeler, Rozalar… “Bir gece gelse de, alıp atının terkisine beni götürse,” der nice kızlar. Ama erkekler kıskanır onu. Her erkeğin bir kini vardır ona. Onun gölgesinde kalır nice civanlar. Bir başkadır Genco canım, bir başkadır işte.
Kelimeler anlatamaz ki onu. Takılır kalırsınız bir noktada.
Siz gördünüz mü Gezbeli? Gezbeli denen bir yüce geçit vardır. Torosların tam sırtında… Zor geçilir. Zor aşılır Gezbeli… 2000 metreyi gösterir rakımlar. Aşmak için yürek ister, soğuk kış gecelerinde oraları. Rüzgârı esti mi deli eser. Nefesiniz kesilir doruğuna çıktığınızda. O geçit Akdeniz’i İç Anadolu’ya bağlar. Saraycık denen bir köy vardır onun hemen duldasında. Orda da bir jandarma karakolu… İşte Genco Çavuş, orada çavuştur. Osmanlının çavuşu. “Kürt Genco Çavuş” derler onun lakabına.
Anadolu’da herkesin bir lakabı vardır. Herkes bir lakapla anılır. Lakapsız insan yok sayılır. Türk’ün töresidir aslında lakap. Ünüdür, şerefidir. Yiğit lakabı ile anılır, lakabıyla yaşar, lakabıyla ölür.
Genco Çavuş, çavuşların piridir sanki. Gözü kara, yüreği berk, bileği sağlamdır. Kimse tartışmaz onun sağlamlığını. Özü sözü birdir.
Çok düşkündür vatanına… Canını verir bayrağı için. Tepeden tırnağa bir Türk’tür Genco Çavuş. Ne vatanını, ne milletini peşkeş çekmez kimselere… Eğilmez menfaat için. Boyun bükmez kendini bilmezlere. “Gelene ağam, gidene paşam” diyenlerden değildir.
Devir Osmanlı devridir.  Osmanlının ihtişamından almıştır bütün ruh halini. Eğilmez, bükülmez… Bir yiğit çavuştur işte kısacası.
Dedim ya size, anlatmakta zorlanırım onu. Kelimelerim aziz kalır. Yüreğimin dolusunu kağıda dökemem. Tarif etmek imkânsızdır, hafızamdaki kelimelerle onu.
Osmanlı dağıldı ya… Devlet güçsüz kaldı ya… Leş kargalarının her biri bir yerden saldırdı ya. İşte zaman, o zamandı artık. Fransızlar işgal etmişlerdi Anadolu’nun bir bölümünü. İşgal edilen topraklar içerisinde Hacın denen yer de vardı. Devrine göre oldukça mamur olan bir kazaydı Hacın. Hacın’daki evinden Çatak suyunu seyrederdi. Obruk deresi de derler o suya. Mart geldi mi görmelisiniz çatak suyunu, gümbür gümbür akardı. Dupduru. Kim bilir kaç defa abdest almıştı çatak suyundan Genco Çavuş. Kim bilir kaç defa girmiştir obruk deresine. Ama son zamanlarda obruk deresi içini burkuyordu. Eski güzelliğinden eser kalmamıştı.
Seyretti bir süre obruğun deresini. Hayallere daldı. “Eskiden ne güzel akardı” diye geçirdi içinden.
Su aynı suydu oysa. Dere aynı dereydi. Yer aynı yerdi. Adam aynı adamdı. Değişen bir şey vardı. Vatan işgaldeydi.             Onun için eski tadı yoktu baktığı derenin. Gözlerini yukarılara kaldırdı. Eski Osmanlının karargâhında in cin top oynuyordu. Eskiden olsa talim sesleri duyulurdu. Hizaya dizilip bir yürüdü mü askerler, kalede yankılanırdı ayak sesleri. Askeri kışlanın gönderinde Osmanlı bayrağı hiç inmezdi. Ay yıldızlı bayrak nazlı nazlı dalgalanırdı.
Gözleri bayrağı aradı kışlanın gönderinde. Göremedi bir türlü.
“Of” dedi derinden. “Esaret ne zormuş.”
Kışlanın bomboş olması, gönderde ay yıldızın olmayışı onuruna dokundu. Zordu bir asker için. Bu günleri görmektense ölmeyi isterdi Genco Çavuş.
“Rüya mı” diye geçirdi içinden. Bir tokat attı kendi kendine. Gözlerini birkaç defa kapattı açtı. İndi çatak suyuna elini yüzünü yıkadı. Tekrar baktı askeri kışlaya. Değişen bir şey yoktu. Manzara aynı manzaraydı. Başını daha yükseklere kaldırdı. Ağcapür’ü seyretti. Ak Bedir Dede yatardı Ağcapür’ün başında. Ak Bedir’di, Akça Bedir’di. Müslümanlar ne zaman dara düşseler, Ak Bedir Dede’den medet umarlardı. Açtı avuçlarını: “Nerdesin ya Ak Bedir Dede,” dedi. “Yetiş artık yetiş. Dardayız işte. Kâfirin kılıcı bizden keskin oldu.”
Fransızlar işgal edince o toprakları, ne Genco Çavuş’un çavuşluğu, ne de koca Osmanlının hükmü kalmıştı. Herkes Fransız’ın emrine girmişti. Hacın hükümet konağında artık Fransız bayrağı vardı. Bir yerde kimin bayrağı hükümet binasında dalgalanırsa hüküm ona aitti.  Bakmayın siz Ermenilerin ileri geri konuştuklarına. Kaymakamın Ermeni olması hiç önemli değildi. Fransız’dan emir almadan o kaymakam bir bardak su bile içemezdi. İçemedi de…
Fransız kendisine kuklalar aradı. Ermeniler onların dediğini yaptılar. Ama birileri vardı ki hiç emir almaya alışkın değildi. Esaret onlar için ölümden kötüydü.
“Ulan” dedi Genco Çavuş “ulan kader, şu koca memleket Kör Aram’a kaldı.”
Hiç olacak iş miydi? Serserinin biriydi Aram. Aram aklına geldikçe tepesi attı.  Yumruklarını sıktı. Öfkesi arttıkça arttı. Aram hırsızın birisiydi. Şerefsizin, namussuzun birisiydi. Ne ararsan onda vardı. Kaç defa düşmüştü karakola…
“Şimdi adam oldu” dedi. Bir de çavuş etmişler. Çavuşluk bu kadar ucuz mu? Kapattı kendisini evin en ücra odasına. Görmek istemiyordu Osmanlı kışlasını.  Her baktıkça dağlar içine oturuyordu.
“Ulan hainler” dedi kendi kendine. “Ulan hainler, işiniz gücünüz gambazlamak. Ne geçti elinize şimdi. İşte Hacın’dayım!”
Genco Çavuş’un iki evi vardı. Birisi Hacın’da, diğeri Çadıryeri’ndeydi. Çocuklarını güvenli olarak bilinen Çadır yeri köyüne götürmüştü. 
“Çocuklar güvende” dedi kendi kendine. Eşi Zeynep geldi gözlerinin önüne. Ne güzel kadındı Zeynep. Bütün Hacın kızları Genco’ya hayranken o Gürleşen Köyü’nden Zeynep ile evlenmişti. Zeynep Şafi kendisi Sünni’ydi Genco Çavuş. Dini bütündü. İnançları sağlamdı.
 Evliydi ama yine de Hacın’da bulunan Ermeni kızları ona yanıktı. Hatta Amerikan Kolej Müdürü Mss Cold’un bile ona tutkun olduğu dilden dile dolaşıyordu. Dedikodu o kadar yaygındı ki, Mss Cold’un “Genco beni ikinci eş olarak alsa, dinimi bile değiştiririm” dediği konuşuluyordu. Genco kulak tıkardı bütün dedikodulara. Onun gül gibi karısı Zeynep vardı. Dağ gibiydi ardında. Genco’nun yiğitliğinin temelinde aslında Zeynep vardı. Zeynep, Genco Çavuş’un yokluğunu hiç hissettirmezdi. Evine bir misafir gelse, köyde birinin bir derdi olsa Zeynep hemen yetişirdi.
Çocukları geldi gözlerinin önüne. Beş oğlu vardı. Allah ona kız evladı vermemişti. “Keşke bir de kızım olsaydı.” diye içinden geçirdi. O da anasına benzeseydi. Olmadı işte! Alla kız yerine dağ gibi beş oğlan verdi. En büyüğü Cemal’dı çocuklarının. Cemal Paşa’nın adını koymuştu ona. 1909 yılında Hacın karıştığında, Yüzbaşı Teber Efendi şehit olduğunda, Cemal Paşa Hacın’a gelmişti. Genco ilk o zaman görmüştü Cemal Paşa’yı. Çok etkilenmişti Cemal Paşa’dan. Oğlu olunca adını Cemal koydu. İkinci oğlu olduğunda Osmanlı padişahlarından Sultan Reşat’ın adını koydu. Ama nedense ona bir türlü Reşat diyemediler. Reşat’a hep Paşa diye seslendiler. Çünkü Cemal’dan sonra Reşat demek pek uymuyordu. Cemal, Paşa, Mazlum, Hakkı, Kamil ve en küçüğü Mehmet İhsan…  Mehmet İhsan kundaktaydı. Doyasıya görememişti onu. Doyasıya sevememişti. Nasıl sevsin ki, vatan işgaldeydi.
İnsan yalnız kalınca kendini dinlermiş ya. Hayatı bir film gibi gözlerinde döndü durdu. Yıllar ne çabuk geçmişti. Muş’tan gelmişti. Şu kan davası yok mu? Kimini anadan, babadan, yardan, vatandan ayırır ya, Genco’yu da bir kan davası vatandan etmişti. Muş onun vatanıydı. Anası, babası aşireti Muş’luydu. Beş kardeştiler. En büyükleri Genco’ydu. Kamil, Murat, Bayram ve en küçükleri… Hepsi bir bilek gibi olmuşlardı. Bükülmeyen bir bilek gibi... Eğilmeyen bir yürek gibi… Evini 2000 Metre yükseklikte Gezbeli’n yamacında bulunan Çadıryeri Köyü’ne kurmuştu. Sırtını Gezbeli’ne dayamıştı. Köyün direğiydi sanki. Derdi, tasası olan ona koşardı. Hastası olana dermandı. Hala o köyde anlatırlar. Bir gün bir çocuğun kafası kIrılmış. Sanki beyni görünüyormuş çocuğun. Getirmişler Genco Çavuş… Nereye götürsünler ki, doktor yok, hastane yok. Genco Çavuş tedavi etmiş çocuğu.
Şimdi Kayseri’nin Develi ilçesine bağlı bulunan Çadıryeri Köyü’ndeydi evi. Kendi köyüne çok yakın olan Saraycık Köyü’nde de karakol komutanıydı. Asker adamdı Genco Çavuş. Nereden ne tehlike geleceğini çok iyi bilirdi. Tehlikeyi sezdiği için çocukları Çadıryeri Köyü’ndeydi. Fransız güneyleri işgal etmişti ama Gezbeli’ne gücü yetmezdi. Zaten Mustafa Kemal devleti artık şekillendiriyordu. Bütün ordu mensupları gibi Genco Çavuş da Kuvay-i Milliye ile irtibata geçmişti.
Hain her millette vardır. İçten içe milletin kanımı emer de kimsenin haberi bile olmaz. Hep fırsatçıdır hainler. İhanet etmek onların kanına işlemiştir bir kere. Vatan işgaldeymiş, ar-namus elden gidiyormuş, onların umurunda bile değildir.  Siz vatan müdafaası için bir şeyler yapmaya kalkışırsanız, o ihanet şebekeleri birden ispiyonculuğa başlarlar. Bu bazen en yakınınız olur. Bazen hiç tahmin etmediğiniz… Genco Çavuş’un Kuvvay-i Milliyeci olduğunu en yakınlarından Kazım biliyordu. Yetiştirdi hemen Fransız işgal güçlerine. Onlar da fırsat bu fırsat diye Genco Çavuş’u tutuklama kararı çıkarttı. Genco Çavuş çok çabuk ihbarcıyı ve tutuklama kararını öğrendi. Bir o değil bütün çevresi haberi aldı. Her an bir olay bekliyorlardı. Mevsim kıştı. Ocak ayının ortalarıydı. 1920 yılı Ocak ayı… Allahtan Gezbeli geçidi geçit vermezdi. Yoksa köyü basardı Ermeni kamavorları. Genco Çavuş’u köyden zorla alırlardı. Çünkü köyün direnecek gücü yoktu. Silahlanıp dağa da çıkabilirdi. Etrafına adamlar da toplayabilirdi. Ama şimdi zaman o zaman değildi. Sakin olmak lazımdı. Düşmanı kendi silahı ile vurmak lazımdı. Telaş etmek, hata etmekti. Çok düşündü. Ulaşabildiği Kuvayı-i Milliyecilere durumu anlattı. Sonunda topladı köyün ileri gelenlerini… Durumu anlattı. Onun için iki yol vardı. Ya gidecek teslim olacaktı, ya da onların gelmesini bekleyecek, savaşacaktı. Asker adamdı. Savaşı bilirdi. Ama Fransız ordu silahları ile donatılmış Ermenilerle savaşacak gücü yoktu.  Kendinsi yüzünden bir köy zarar görecekti. Ermeni acımasızdı. Savaş kuralını da bilmezdi. Köye bir gelecek olsa çoluk çocuk demeden hepsini kurşuna dizerlerdi. Kadınlara kızlara sarkıntılık ederlerdi. Köyü yağmalarlardı. En iyisi teslim olmaktı. Olacak nasıl olsa olurdu. Çocukları, köylüleri için kendisini feda etmeliydi. Teslim olmaya karar verdi. Köylüler “Gel gitme. Teslim olma!” dediler ama onun için en doğru karar teslim olmaktı. O da onu yaptı.
Onun teslim olmasıyla Çadıryeri Köyü baskından kurtuldu.
Bir ay kadar Hacın’da gözetim altında kaldı. Her gün sorguya çekildi. Ona her gün Mustafa Kemal ile bir ilişkisin olup olmadığı soruldu. O her gün ilişkisinin olmadığını, onu tanımadığını söyledi. Her gün sabah, öğle ve akşam ilçede olduğunu beyan eden imzalar attı. Kimse ile görüştürülmedi. Evinde göz hapsinde tutuldu. Alışmıştı artık Genco Çavuş her gün ifade vermeye. İfadesi hiç değişmedi. Her defasında ezberlediği ifadeyi tekrar etti, durdu.
O gün de öyle oldu. Sabah, öğle ve akşam evine 250 metre uzaklıktaki hükümet konağına gitti. Hacından çıkmadığını, kimse ile görüşmediğini beyan eden ifadesini imzaladı. Evine geldi.
Gece olmuştu. Sessizlik bir kâbus gibi çökmüştü Hacın’ın üzerine. Genco Çavuş’un gözleri daldı mı, yüreği uyudu mu bilinmez. Birileri paldır küldür kapısını tekmeleyerek içeriye girdiler. Daha silaha davranmadan kafasına dayadılar Fransız yapımı mavzeri. Bekliyordu zaten Genco Çavuş bunu. İstifini bile bozmadı.
“Düştün elime Genco” dedi Tegm. Ohannes.
Pis pis sırıttı Cebeciyan.
Aram’ın keyfine diyecek yoktu.
Arşak zilzurna sarhoştu. Ayakta duracak gibi değildi. Salyaları akarak zaferini kutluyordu.
İlk dipçiği Artin vurdu Genco Çavuş’a.
Tek gözü ile kapıyı gözetliyordu Kör Boğus.
Genco Çavuş’un gece yarısı evini basanlar; Teğmen Ohannes, Cebeciyan, Aram Çavuş, Arşak, Artin ve Kör Boğos adlı eşkıya sürüleriydi. Bu eşkıya sürüleri Hacın’da olan bütün olayların baş aktörleriydi.  
Kaymakam Çalyan Karabit bile bunların birer cani olduklarını biliyor ancak onun bile bu eşkıya sürüsüne gücü yetmiyordu. Kanun olmuşlardı. Hem hüküm verip hem cezayı uyguluyorlardı.
Ellerini hemen arkadan bağladılar Genco Çavuşun. Boynuna ip geçirdiler. Zorla çıkarttılar evinden onu. Gecenin karanlığında olanca sesleri ile “Genco Çavuş elimizde” diye avazları çıktığı kadar bağırdılar. İstiyorlar ki dünya duysun bu zaferlerini. Hükümet konağı ile Genco Çavuş’un evinin arası en fazla 250 metreydi. O 250 metre mesafeyi gitmek saatler aldı. Onlar vurdu Genco direndi. Bir kişiye karşılık altı kişiydiler. Ama güçleri yetmiyordu Genco Çavuşa. Tekme, tokat, dipçik, odun, taş ne buldularsa vuruyorlardı. Genco Çavuş yediği darbelere aldırmıyordu sanki. Başını dik tutmaya çalışıyordu hep. Aram olanca güzü ile arkasından bir odunla vurdu. Ağzı üzeri yere kapaklandı Genco Çavuş. Elleri arkadan bağlıydı. Dengesi sarsılmıştı. Düştüğü yerde toprağı öptü. Vatan toprağıydı öptüğü. Kanı karıştı toprağa. O biliyordu sonunun ne olacağını.
Gün ağarmaya başladı. Zoraki soktular onu hükümet konağına. Hükümet konağına onu götürdüklerinde içeriden çığlıklar yükseldi. Ondan önce yüzlerce Hacın Türk’ü doldurulmuştu hükümet konağına. Kimler yoktu ki? Hacın Türklerinden hatırı sayılır herkes oradaydı. Dede Ağa, Başkâtip Nazir Efendi, Hacı Ağa Zade Ali Efendi, Zahit Efendi, Kadı Efendi, Komiser Ömer Efendi. Kimler yoktu k? Herkes oradaydı. Kadınlar, kızlar, çocuklar yaşlılar… Her makamdan, her mevkiden insan vardı. Ama ilk defa bir asker getiriliyordu hükümet konağına. Bu bir zaferdi onlar için. Ohannes’in sesi yükseldi hükümet konağının koridorlarında. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu Ohennes:
“Kalkın dacikler kalkın. Güvendiğiniz dağlara kar yağdı.”
Herkes duydu Ohennesin öküz gibi böğürmesini. Uyuyanlar uyandı.
Koridorda yürürken Genco Çavuş, iki kişi kollarına girmişti. Arkadan bir dipçik vuruldu kuluncunun ortasına. Görenlerin yüreği ağzına geldi. Ama o aldırmadı dipçik darbesine. Yarım dönüp geriye baktı. Dipçiği vuran Aram’la göz göze geldi. Aram’ın rengi attı birden. Bakışlarından korktu Genco Çavuşun.
“Eline geçmişken öldür Aram” dedi Genco Çavuş.
Aram pişkin pişkin cevap verdi.
“Emredersin Genco Çavuş. Ama acele etme. Seni yavaş yavaş öldüreceğim.”
Neden böyle getirdiklerini anlamaya çalıştı Genco Çavuş. Oysa daha kaç saat olmuştu. Gelip ifadesini vermişti. Her şey yolundaydı.
Onu Ohennes’in bulunduğu odaya tekme tokat götürdüler.  Elinde bir demir vardı Ohennes’in. Genco Odaya girer girmez ilk darbeyi başına aldı. Ohennes bütün kinini kusar gibi akla hayale gelmedik küfürlerle birlikte elindeki demir ile neresi denk geldiyse vurdu Genco Çavuş’a… Bir ara:
“Söyle kancık dölü. Kimdi akşam evine gelen?”
Bir şey anlamadı Genco Çavuş. Zoraki:
“ Kim gelmiş evime… Gelen olmadı.” dedi.
“Bir de yalan söylüyorsun şerefsiz” derken beraber bacaklarına doğru demirle vurdu Ohennes.
Bu bir plandı aslında. Genco Çavuş’un evine ne gelen ne giden olmuştu. Kimse ile de görüşmemişti.
“Ben sana yalan söylemenin cezasını göstertirim” dedi Ohennes. Elindeki demiri alev alev yanan sobanın içine soktu. Demir kıpkırmızı oldu. Çekti sobanın içinden demiri. Kıpkırmızıydı demirin yarı yeri. Önce üzerine tükürdü demirin. “cıs” diye bir ses çıktı demirden. Sıcak demir yanağında patladı sanki Genco Çavuş’un. “Cas” etti demirin değdiği yer. Direnmek istedi Genco Çavuş. Çullandılar üzerine. Ellerini, ayaklarını bağladılar. Yere yatırdılar. Ayaklarını falakaya geçirdiler. Demir ısıtıldı ısıtıldı ayakaltlarına basıldı. Vücudunun her yeri kızgın demirden nasibini aldı. Etleri pörsüdü. Derileri şişti.
Melek Hanım dile geldi:
“Örflüydün Genco Çavuş
Gavurlara eyle zavır
Bebeğimi  öldürüyor
Çamşaroğlu goca gavur”

Medet umuyordu Melek Hanımlar Genco Çavuştan… Örfü kalmamıştı Genco Çavuş’un.

Ohennes sıcak demirle Genco Çavuşa vurmaktan yoruldu. Cebeciyan aldı bu defa demiri eline. Sıraya girdiler. Kızgın demirle her yerini dağladılar. Herkes kendinden bir iz kalsın istiyordu. Hepsi isteklerini yerine getirdiler. Her vurduklarında iki ses duyuldu odada. Demirin değdiği yerde çıkarttığı “Cos” sesine Genco Çavuş’un dudaklarından çıkan “Allah” sesi karıştı.
Sabah olmuştu. Gün ağarmıştı.  Yorgun düştüler Genco Çavuş’u dövmekten.
“Dinlenelim biraz” dedi Ohennes. Aram öfkesini hala alalamamıştı.
“Siz dinlenin. Ben nöbet tutarım!”
Dinlenmeye çekildi Ohennes, Cebeciyan,  Arşak, Artin ve Kör Boğos… Aram tek güçtü artık orda.  
“Sobaya odun atın” diye emir verdi yanındakilere. İki kucak meşe odunu getirdiler odaya. Öfkelendi Aram Çavu.
“Bu ne? Bu ne? Bu ne?”
Yanındakiler de bir şey anlamadı. Gayri ihtiyari bir ses çıktı odunu getiren ağzından:
“Odun!”
Öfkesi arttı Aram’ın:
“Al bu odunu ananın ….. sok” dedi.
Kaptı yerden odunun birini. Getiren adamın kafasına vurdu. Deliye dönmüştü sanki… Diğer odunları aldı eline. Yaklaştı Gence Çavuş’a… Vurdu, vurdu, vurdu. Yorulana kadar vurdu. Kanlar fışkırdı Genco Çavuş’tan.
Yorulmuştu Aram. Burnundan soluyordu. Derin derin nefes aldı. Kalbi sıkışacak gibi oldu. Salyası aktı. Kan tere battı. Oturdu köşede duran koltuğa.
“”Odun getirin!” çam odunu istiyom. Kızılçam!”
İki kucak kızılçam odunu getirdiler.
“Hah, işte bu!”
Kızılçam odunu alevli yanardı. Niyeti alevde demiri ısıtmaktı. Doldurdular kızılçam odununu yanan sobaya. Kısa sürede tutuştu kızılçam odunu. “Güm, güm” sesler çıktı sobadan.
“Demiri sobaya sokun” diye bağırdı.
Bir metre uzunluğundaki enli demiri sobaya soktular. Alevle demir sarmaş dolaş oldu. Kızılçam yandıkça yandı. Demir kızardıkça kızardı. Aram yerinden kalktı. Eline bir bez parçası alarak demirin arka tarafından tuttu. Çıkarttı demiri sobadan. Kıpkırmızı olmuştu demirin ucu, yarısına kadar. En büyük zevkiydi Aramın kızarmış demire tükürmek. Yutkundu ağzına bağlam topladı. Tükürdü demire… “Cossssssss” diye bir ses duyuldu sessiz odada. Pis pis güldü Aram. Yan yan baktı Genco Çavuşa.
“Söyle bakalım Genco, sen mi çavuşsun ben mi?”
Genco Çavuş alay eder bir tavırla baktı Aram’a…
“Çavuş olan insan eli bağlı adama işkence etmez.”
“Ne ya, elini mi çözmemi istiyon. Yediğin dayak yetmedi mi?”
“Çözersen yetip yetmediğini görürsün!”
Son söz Genco Çavuş’un ağzından yarı çıktı. Yarı çıkmadı. Aram olanca gücü ile elindeki kızgın demirle Genco Çavuş’un ağzının üzerine vurdu. Dişleri döküldü Genco Çavuşun. Ağzından kanlar geldi.
Pis pis sırıttı Aram. Zevk alıyordu işkence etmekten. Eli bağlı adama vurdukça kendisini daha güçlü hissediyordu. Güçlendikçe hırslanıyor, hırslandıkça rastgele elindeki demiri Genco Çavuş’a indiriyordu. Demir soğuyana kadar vurdu.  Demiri yanan sobaya yeniden soktu. Yeniden demir kızardı. Adamları bacaklarından tuttular Genco Çavuş’un. Kızgın demirle önce ayaklarını dağladı. Sonra bütün vücudunu… Kızgın demirin değmediği yer kalmadı Genco Çavuş’un vücudunda. Derileri kabar kabar oldu. Vücudu şişti. Bir süre sonra acıları duymaz oldu. Değen darbeleri hissetmedi bile. Aram istiyordu ki vurdukça Genco Çavuş çığlıklar atsın. Ondan ise ses çıkmıyordu. Tuttu boğazından:
“Bağırsana lan, bağırsana o… çocuğu.”
Duymadı bile Genco Çavuş.
“Öldü galiba” dedi içlerinden birisi.
“Ne ölmesi? Bunlar dokuz canlıdır. Ölmez bunlar” dedi Aram.
Demiri yeniden sobaya soktu.
“Odun atın sobaya!”
Emir kesindi. Koşup iki kucak daha kızılçam onunu getirdiler.
Gün tepeye yükselmişti artık. Diğer işkenceciler biraz uyumuşlardı. Dinlenmişlerdi. Bu gün onlar için önemli bir gündü. Genco Çavuş ellerindeydi. Alelacele kalktılar yataklarından. Aram Genco’yu öldürür diye korktular. Birden öldürmek olmazdı onu. Yavaş yavaş öldüreceklerdi. Onu öldürmelerini herkese seyrettireceklerdi. Korku vereceklerdi Müslüman ahaliye.
İlk Boğus girdi işkence odasına.
“Öldürdün mü yoksa Aram?”
“Bunlar hemen öyle kolay ölürler mi? Ölmedi Şerefsiz!”
Bir “oh” çekti Boğus.
Arkasından Ohennes, Cebeciyan ve diğerleri geldiler. Genco Çavuş’un ölmediğine sevindiler.  
“Çalgıcıyı çağırın” dedi Ohennes. “Bu gün düğün var!”
Hükümet konağının önüne bayram yeri kuruldu. Sahne hazırlandı. Çalgıcılar başladılar kahramanlık türkülerini çalmaya. Şiirler okundu. Türküler söylendi.
Vakit öğle vaktini geçmişti. Çalgı sesini duyan Hacın’lılar hükümet konağının yanına akın ettiler. Mahşer yerine döndü Hacın Hükümet Konağı’nın önü.
Çalgıcılar halkı coşturdukça coşturdu. Yer gök inledi sanki. Zafer havası vardı Hacın’da. Gönderde dalgalanan Fransız Bayrağı kimseleri rahatsız etmedi. Hacın şarapları içildi. Havaya silahlar sıkıldı. Gürültü sardı her yeri. Hacın Hükümet Konağı’nın zemin katında bulunan Müslümanlar olup biteni anlamaya çalışıyorlardı. Bir anlam veremediler bu gürültüye. “Acaba önemli bir Fransız mı gelecek?” diye yorumladılar.
Birden silahlar patladı. Yollar açıldı. Elleri arkadan bağlı, kanlar içerisinde birini sürükleye sürükleye meydana getirdiler.  Yaşlı dud ağacına bağladılar ellerinden… Etrafında halkalar yaptılar. Tavaf eder gibi etrafında dolaştılar Genco Çavuş’un. Sonra Ohennes kısa bir konuşma yaptı.
“İşte görün Osmanlı Çavuşun halini! Şimdi köpek gibi bize yalvaracak. Artık bizim sözümüz geçecek Hacın’da. Kilikya Devletini kuracağız. Dostlarımız Fransızlar bize silah, yiyecek, giyecek verecek. Artık özgürüz!”
Herkes alkışladı Ohennes’i.
Cebeciyan söz aldı arkasından. O da nutuk attı. O da artık bir Ermeni devleti kurduklarını söyledi. O da Fransızlara yağ çekmekten geri kalmadı. Onu da alkışladı meydanda olan kalabalık.
Çalgılar başladı çalmaya. Genco Çavuş’un etrafını açtılar. Halka genişledi. Hükümet konağından taraftaki insanları kenara çektiler. Türkler görsünler istediler Genco Çavuş’un son halini.
Türkler uzaktan seçmeye çalıştılar çarmıhta asılı duran adamı. Birbirlerine sordular. O anda bir bıçak darbesi indi Genco Çavuş’un kabarmış derisine. İlk yüzündeki deriyi yüzdüler. İlk bıçağı Ohennes vurdu Genco Çavuş’a. Kıpkırmızı kan fışkırdı Ohannes’in üzerine. Ses bile çıkartmadı Genco Çavuş. Kanın fışkırması ile çalgıcılar oynak havalar çalmaya başladılar.
Hükümet Konağındaki Müslümanlar pencereden bakıyorlardı olup bitene. Ama bir türlü kime işkence yapıldığını anlamamışlardı. Melek Hanım pencereye yaklaştı.
“Çekilin. Bir de ben bakayım!” dedi.
Dikkatli gözlerle baktı Melek Hanım.  İçi sızladı. Yüreği yandı. Gördüklerine inanamadı. Bu oydu. Bu oydu. Yürekleri dağlayan bir ses tonuyla:
Kürt Genco’yu yüzüyorlar
Özne gibi öve öve

Kürt Genco’yu yüzüyorlar
Özne gibi öve öve

Kürt Genco’yu yüzüyorlar
Özne gibi öve öve

Yürekler dağlandı. Dışarıda düğün, içeride figan koptu. Hükümet konağının dışarısı bayram ederken, içerisi ağıtlara karıştı.
Saatlerce işkence ile derisini yüzdüler Genco Çavuş’un.  Kağnılar gıcırdadı. Silahlar patladı. Şerefe naraları yeri göğü tuttu. Ne ses kaldı Genco Çavuştan ne nefes. Derisini oğlak gibi yüzdüler. Kıpkırmızı eti meydana çıktı Genco Çavuş’un. Dut ağacına onu bağladıkları ipe bir bıçak attılar. İp koptu. Genco Çavuş bir et parçası gibi yere yığıldı. Kan doldurdu her yeri. Bir çul getirdiler meydana. Onun cesedini getirdikleri çulun üzerine koydular.  Üzerine yatırdıkları çulun her yeri kıpkırmızı kan olmuştu. Göğe bakıyordu Genco Çavuş. Kaşlarını bile çatmadan. “of” bile demeden. Teslim olmuştu yaratanına. Son darbeyi vurmak için sıraya girmişti pos bıyıklı Kamavorlar. Kahraman olacaklardı. “Genco Çavuş’u ben öldürdüm” diye adlarını tarihe yazdıracaklardı. İstiyorlardı ki Genco Çavuş inilesin. Yalvarsın onlara… O ise yapılan işkenceleri hafife alır gibi hafiften gülümsüyordu. Deliye döndü Cebeciyan…  Elindeki bıçağı Genco Çavuş’un bağrına sapladı. Ses bile çıkmadı Genco Çavuş’tan. Yalvarmadı Cebeciyan’a. “Öldürme beni” demedi.
Bir alkış koptu kalabalıktan. Sloganlar atıldı. Zafer kazanmış kahramanlar gibi havaya silahlar sıktılar.
Bir tahta getirdiler bir yerlerden. Sanki tabuta yatırır gibi yatırdılar üzerine. Kanı aka aka hükümet konağının penceresinin önüne getirdiler Genco Çavuş’un cesedini.
“Görün, görün. Sonunuz bu olacak!” diye bağırdılar Hükümet konağında tutuklu olan Müslümanlara. Gözdağı verdiler onlara. Yumdu gözlerini görmemek için Müslümanlar. Gözyaşı döktüler. Ağıtlar yaktılar.
Marşlar eşliğinde Genco Çavuş’un cesedini Hacın’ın girişindeki kemerli köprüye getirdiler.  Şimdi Orman işletmesi ve Sağlık ocağı olarak kullanılan iki binanın arasından geçen yola cesedi yatırdılar. Teşhir ettiler cesedi iki gün boyunca. Hacın’da ne kadar Ermeni varsa gelip Genco Çavuş’un yüzülmüş cesedine baktı. Üzülenler de oldu, sevinenler de… İçi burkulanlar da oldu. Yüzüne tükürenler de…
İkinci gün ceset Kirkot çayı ile Obruk deresinin birleştiği yere atıldı. Gözü dönmüş caniler hırslarını alamadılar. Çıktılar taş köprünün üzerine oradan Genco Çavuş’un cesedini taş yağmuruna tuttular. Ceset görünmez olana kadar ona taş attılar. Taşların altında kaldı Genco Çavuş. Kirkot Çağı kan ağlar gibi her mevsim Genco Çavuş’un öldürüldüğü şubat ayı sonlarında çamur aktı yıllarca.  Onun her daim abdest aldığı Obruk deresi her şubatta gelinlik giymiş kız gibi dupduru aktı.  Bu bir sır mıydı acaba? Biz Kirkot’un bulanıklığını, Obruk deresinin berrak akışını anlayamadık mı acaba?
Bu bir vahşetti. Bu vahşeti seyreden gözler, gördüklerini dilden dile anlattılar. Nesilden nesle intikal etti Genco Çavuş’un hikâyesi. Ancak kimse onu yüksek sesle söylemek istemedi. Çünkü her söylendiğinde yürekler dağlandı.
Hacın’da katledilen yüreği yaralı Türk anası Melek Hanım onun için şunları söyledi:
Muşambaya oturtmuşlar
Etrafında geziyorlar
Sen çete topladın deyi
Çalgıyınan yüzüyorlar!

Başkâtibi öldürdüler
Değneğinen döve döve
Kürt Genco’yu yüzüyorlar
Özne gibi öve öve

Örflüydün Genco Çavuş
Gâvurlara eyle zavır
Bebeğimi  öldürüyor
Çamşaroğlu goca gavur


YILLAR YILLAR SONRA
            06.11.2010
           
            Sonbahar yaprakları artık sararmaya çoktan başlamıştı. Havalar soğuyordu. Bir süre sonra yağmurlar başlayacaktı. Arkasından da kar yolları kaplayacaktı. İşte o zaman Gezbeli’ne gitmek zordu. Gezbeli 2000 metre yükseklikte bir geçitti. Gezbeli geçidi Ak Deniz ile İç Anadolu’yu birbirine bağlayan önemli bir geçittir. Geçidin doğusunda Adana’nın Tufanbeyli ilçesine bağlı köyleri, batı tarafında da Kayseri Develi ilçesine bağlı köyleri bulunmaktadır. 2010 yılı Temmuz ayında Develi köylerinden Çadıryeri Köyü’ne Araştırmacı Yazar Sayın Yusuf Delikoca ile birlikte bir tarih araştırması için gitmiştik.

Genco Çavuş’un Çadıryeri Köyündeki evi, evde ikamet eden 1907 doğumlu Battal Ercan ve eşi Melek Hanım.
O köye vardığımızda bize köyde 103 yaşlarında bir adamın olduğunu, ancak adamın hastalığı nedeniyle o anda Kayseri’de bir hastanede tedavi için bulunduğunu söylemişlerdi.
           
            Aradan birkaç ay geçti. Yaşlı adam beynime yer etmişti. Genco Çavuş hikâyesini araştırırken de Genco Çavuş’un Çadıryeri Köyü’nden olduğu bilgisine ulaşmıştım. 06.11.2010 günü Ertürk Abimle birlikte Çadıryeri Köyü’ne gittik. Köye vardığımızda köyde kimse yoktu. Sanki terk edilmiş bir köydü. Canlı adına kimseyi göremedik. Köyün içlerine doğru ilerledik. İn cin top oynuyordu. Bir süre köyde dolaştık. Sonra bir kadına rastladık.
            “Bacı bu köyde kimse yok mu?” diye sorduğumda köylülerin bir cenazeye gittiklerini, köyde kimsenin olmadığını, sadece birkaç kadının bulunduğunu söyledi.
            “Bacı, bu köyde çok yaşlı bir amca varmış, o da mı cenazeye gitti?” diye sordum.

            “Battal Emmiyi mi soruyorsunuz?”
            “Adını bilmiyorum. Köyün en yaşlısını soruyoruz. Onlar üç kardeşler, küçük kardeşinin adı Ali. Bir de bacısı olacak. O da yüz yaşına yakın!”
            “O kadın öldü” dedi kadın.
            “Ne zaman öldü?”
            “15 gün oldu.”
            “Onun abisi yaşıyor mu?”
            “Battal Emmi yaşıyor. Şimdi evdedir.”
            “Evi nerede?” diye sordum. Kadın bize evini gösterdi.
Eve varıp kapıyı çaldık. Yaşlı bir teyze kapıyı açtı. Yaşlı ve sevimli bir teyze daha doğrusu... Bizi güler yüzü ile karşıladı.
“Gelin, gelin. Buyurun. Gelin.”
Selam verdik, içeri girdik. Battal Amca kulağı ağır duyduğu için bizim içeri girdiğimizden haberi bile olmamıştı. Arkası bize dönük olarak oturmuş, kulpu kırılan eski bir çaydanlığı tamir etmeye çalışıyordu.
Selam verip oturduk.
Battal Amca ve eşi Melek Teyze bizi mahcup edecek şekilde bizimle ilgilendiler. Onlarla uzun uzun sohbet ettik. Biz Battal Amca ile sohbet ederken Melek Teyze bize kahvaltı hazırladı.
Battal Amca Genco Çavuş’u yakından tanıyan bir adamdı. Onunla ilgili çok özel bilgiler verdi. Hikâyeyi yazarken onun vermiş olduğu bilgilerden de faydalandım. Benim için en önemli bilgi, o anda içinde bulunduğumuz evin Genco Çavuş’a ait ev olmasaydı. Biz aslında bilmeden Genco Çavuş’un evine gitmiştik.
Genco Çavuş’un evi oğulları tarafından Battal Ercan’a satılmış. Tabi yıllar geçmiş, ev de bakımsız hale gelmiş. Battal Ercan’ın da ekonomik durumu iyi olmadığından eve bakım yapılamamış.
Şu satırları yazarken bile içim burkuldu. Genco Çavuş şehit edileli 90 yıl oldu. Yeni yetişen nesil oldan habersiz… Ama en acısı millet olarak bizler tarihimize sahip çıkmıyoruz.  Bu gaflet uykusunu üzerimizden atmak zorundayız. Kim yapar, beni kim dinler pek bilmiyorum ama Genco Çavuş Ermeni mezaliminin çok canlı bir örneğidir. Genco Çavuş bir simgedir. O simge tarihe mal edilmelidir.  İşkence ile katledilen Genco Çavuş önce Türk milletine anlatılmalıdır. En azından hâlâ ayakta olan Genco Çavuş’a ait ev restore edilerek korumaya alınmalıdır.
Ben çocukluğumda çok iyi bilirdim ki, şimdi Saimbeyli Belediye binasının olduğu yerde Hacı Dede’ye ait bir ev vardı. O evin önünde de bir yaşlı dut ağacı. Maalesef o dut ağacı zaman içinde kesildi. Genco Çavuş o dut ağacında yüzülmüştü. O ağacı anıt ağaç, ya da soykırım ağacı olarak koruyamadık.
Feke istikametinden Saimbeyli’ye girişte üzerinden, defalarca geçtiğimiz Taş Köprü’nün –Orman işletmesi ile Sağlık Ocağı’nın arası- bulunduğu ana yolda Genco Çavuş’un cesedi teşhir edilmiştir. Bari hiç değilse, o caddenin veya köprünün adı Genco Çavuş caddesi veya köprüsü olarak değiştirilmemdir.
Ayrıca, Saimbeyli orman İşletme müdürlüğü hizmet binasının bahçesi olarak kullanılan ve kirkot suyu ile Obruk Deresi’nin birleştiği yerde Genco Çavuş’un cesedi taşlanarak gömüldü. Mülkiyeti devlete ait olan o bahçeye mutlaka Genco Çavuş’un adı verilmeli ve heykeli dikilmelidir.
Tüm bunlar neden yapılmalı? Tek cümle ile şunu diyebilirim ki, bu vatanın kolay vatan olmadığı yeni nesillere ancak böyle anlatılır. Tabi biz idrak edebiliyorsak...
           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder