HAYDAR
SAVAŞER
Eli silah tutan herkes bir yerlere gitti. Kimi
yavuklusunu, kimi karısını, çocuklarını, anasını, bacısını, babasını, dedesini,
kimi de kimsesizliğini gerilerde bırakarak cephelerde vatan derdine düştü.
Yemen’e
gidenlere:
(Haydar Savaşer’in oğlu
Ural Savaşer. Babası ile ilgileri bilgileri bizimle paylaşırken)
“Havada bulut yok bu ne
dumandır
Mahlede ölü yok bu ne figandır
Şu Yemen elleri ne yamandır
Ah o yemendir gülü çimendir
Giden gelmiyor acep nedendir” diye türküler söylenirken, bir başka türkü yürekleri dağladı:
Mahlede ölü yok bu ne figandır
Şu Yemen elleri ne yamandır
Ah o yemendir gülü çimendir
Giden gelmiyor acep nedendir” diye türküler söylenirken, bir başka türkü yürekleri dağladı:
Kimi Yemen, kimi Harput
Üzerinde ince çaput
Avut yiğit gönlün avut
Yar sarmazsa Mevla’m sarar” nice Mehmetler kefenini kardan giydi. Niceleri
giyecek kar bile bulamadı.
“Çanakkale içinde aynalı çarşı
Ana ben gidiyom düşmana karşı
Of gençliğim eyvah” diyenleri mi arasınız;
“Ankara'nın taşına bak,
Gözlerimin yaşına bak,
Biz düşmanı esir ettik,
Şu feleğin işine bak,
Pek şanlıyız,” diyenleri mi?
Herkes
çil yavrusu gibi darmadağın oldu. Yerini yurdunu bir daha görmeyenler, gittiği
yerden dönmeyenler, dönüp de bıraktıklarını bulamayanlar hep türkülere,
ağıtlara, hikâyelere, romanlara konu oldular. Bir karabulut çökmüştü ki koca Osmanlı
topraklarına; baba oğuldan, kız anadan kimse kimseden haber alamaz olmuştu.
Neresinde savaş yoktu ki koca Osmanlı topraklarının? Yedi düvel saldırmıştı
adeta yurdun her yerini… Herkes “dıştan gelen düşman başım üstüne” dedi. Ama ya
içimizde olanlara ne demeli.
Anadolu’nun
her yerinde olduğu gibi Hacın’da da böyle oldu.
Kaytancızadelerin
Haydar, hayatının baharındaydı. Gençti. Kuvvetliydi. Taşı sıksa suyunu
çıkartırdı. Tuttuğunu koparırdı. Zamanı gelmişti artık evlenecekti. Gönlü
Hacın’ın ileri gelen ailelerinden Hacıağaların kızı Fındık’a kaydı. Fındık da
artık serpilmiş, tam da alımlı bir kız olmuştu. Dünürcüler gitti. Allah
yazmıştı. Olan oldu. Haydar ile Fındık evlendiler. İki de nur topu gibi
çocukları oldu. Düzen kurulmuştu artık. Aile birliği sağlanmıştı. Ama hiç
beklenmedik bir şey oldu. Fransız gâvuru çıktı geldi topraklarına. Çukurova’nın
düzlüğünü, Mersin’i, Toros Dağları’nın yükseklerini, Maraş’ı, Antep’i her yeri
işgal etti.
Antepliler:
“Ben Antepliyim Şahinim ağam
Mavzer omzuma yük
Ben yumruklarımla dövüşeceğim
Yumruklarım memleket kadar büyük” dedi.
Maraşlılar:
“Uy Maraş sılaya nice varayım
Açılmaz kapılar çalıp durayım
Yârimi bulmadım kimden sorayım
Uy Maraş, Maraş da bu nasıl Maraş
Kara gözlerinde yaş, bağrında ataş” dedi.
Adanalılar:
“Şu Kışlanın Kapısına
Mail Oldum Yapısına
Telli Kurban Bağlayayım
Mail Oldum Yapısına
Telli Kurban Bağlayayım
Asker Yârin
Kapısına”
dedi.
Kimse ne yâri
düşündü, ne oğlunu uşağını. Kaptı silahını koştu cepheye. Herkes cephede yer
alır da Haydar evde mi oturur? O da giyindi cenk elbisesini düştü yollara. Eşi
Fındık, oğulları Mehmet ve Sefa Hacın’da kaldılar.
Tarsus’ta
Fransızlara karşı savaşan eli silahlı bir Mehmetçikti Kaytancızadelerin Haydar.
Öyle bir savaşa girmişlerdi ki, ne eşini, ne oğlunu, ne anasını, ne babasını,
ne de başka bir yakınını düşünecek durumda değildi. Onlar Mersin dolaylarında
her gün can pazarında, düşman kuvvetlerine karşı mücadele ederken, Hacın’da
bulunan komşuları düşmanla işbirliği etmiş ve emaneti arkadan vurmuşlardı. Oysa o komşularına güvenmişti yıllarca. Nasıl yaparlardı böyle bir kalleşliği, neden
yaparlardı aklı bile ermezdi.
Hacın’da en
büyük katliamlar Mart-Nisan aylarında yapıldı. Kaytancızade Haydar eşini ve oğullarını
kayını İsmail Hakkı’ya emanet edip gitmişti. İsmail Hakkı Hacıağalardandı.
Hacıağalar Hacın’da hatırı sayılı bir aileydi. Bir gün gelecek bu aileden
onlarca insanın kapı komşuları tarafından katledileceği kimse tarafından tahmin
bile edilemezdi. Haydar da tahmin etmemişti. Eşini ve oğullarını güvende
sanıyordu. Oysa onlar katledilmişti. Sadece Haydar Efendi’nin eşi Fındık, oğulları
Mehmet ve Sefa değil. Aynı zamanda Haydar Efendi’nin bacıları; Münevver,
Sakine, Zübeyde ve Naime’de Ermenilerce katledilmişti. Hacın’da yaşanan katliamdan
Haydar’ın haberi bile olmamıştı.
Onlar Tarsus’ta
kanlı bir çatışmanın ortasındaydılar. Demirbaş Müfrezesi Komutanı Öğretmen
Mustafa Nail’di. Mustafa Nail Hacın’lıydı.
Hacın’ın Yardibi Köyü’ndendi. Haydar da
Hemşerisi Mustafa Nail’in bölüğündeydi. Haydar’da Milli mücadele yıllarında her
Türk evladının olduğu gibi, o da takma bir isim kullanıyordu. Haydarın takma
adı Alaaddin’di. Herkes ona Alaaddin diye seslenirdi.
Takvimler 18
Temmuz 1920’yi gösteriyordu. Büyük bir hareket başladı. Çatışmalar gün boyu
sürdü. Ertesi gün de devam etti. 19 Temmuz 1920 günü pazarı pazartesiye bağlayan
gece Kaytancızade Haydar’ın hemşerisi Mustafa Nail şehit düştü. Mustafa Nail
şehit olduğunda Haydar da onun yanındaydı Haydar da atılan şarapnel parçası ile
hem ayağından hem de boğazından yaralandı.
Kendiside
Demirbaş Müfrezesi Bölük komutanı olan Haydar, bu olaydan çok etkilendi. 1968
yılında hayata veda edene kadar her fırsatta çocuklarına “Mustafa Nail Efendi, benim
kucağımda şehit oldu” diye anlattı. Sadece çocuklarına değil, 5 Ocak
Adana’nın kurtuluş bayramlarında savaş yıllarını halk ile de kürsüye çıkarak
paylaştı.
Savaş bitip
Hacın’a geldiğinde iş işten çoktan geçmişti. Vedalaşıp gittiği eşi Fındık, oğulları
Mehmet, Sefa… Bacıları; Münevver, Sakine, Zübeyde ve Naime… Kayın Biraderi,
İsmail Hakkı ve Hacıağalardan onlarca insan Hacın’da öldürülmüştü. Yalnız onlar
değil, Haydar’ın akrabaları Kaytancızadelerden de onlarca silahsız insan
Ermenilerce katledilmişti.
Haydar, Yanık
şehrin küllerinde oğulları Mehmet ve Sefa’yı, eşi Fındık’ı her yerde aradı.
Sonra onların cesedini, şimdi Mustafa Yahşi’nin kullandığı evin arka tarafında
bulunan mağarada buldular. Haydar, eşi Fındık’ı elbisesinden, oğlu Sefa’yı da
ayağındaki patiğinden tanıdı. O kıyafetleri de olmasaydı tanınacak halde
değillerdi. O mağarada onlardan başka onlarca Türk katledilmişti. Oğlu
Mehmet’in cesedi hangisiydi bilemediler. Tıpkı onlarca silahsız insanlar gibi…
Mehmet de, cesedi bile tespit edilemeyenler arasında yanık şehrin küllerine
karıştı.
Not: 11.11.2010
Perşembe günü saat 12.00’de Haydar Savaşer’in oğulları Ural ve İsmail Hakkı
Savaşer ile Ural Savaşer’in esnaflık yaptığı dükkânında bir araya geldik.
Yaptığım çalışmaların özetini onlara anlattım. Her iki kardeşte verdiğim
bilgileri doğruladılar. Babalarının kendileri ile paylaştığı bilgileri bana da
aktardılar.
Ural ve İsmail
Hakkı Savaşer’e verdikleri bilgi ve belgeler için teşekkür ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder