17 Nisan 2013 Çarşamba

HAYDAR SAVAŞER



HAYDAR SAVAŞER
            Eli silah tutan herkes bir yerlere gitti. Kimi yavuklusunu, kimi karısını, çocuklarını, anasını, bacısını, babasını, dedesini, kimi de kimsesizliğini gerilerde bırakarak cephelerde vatan derdine düştü.
Yemen’e gidenlere:

(Haydar Savaşer’in oğlu Ural Savaşer. Babası ile ilgileri bilgileri bizimle paylaşırken)
“Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölü yok bu ne figandır
Şu Yemen elleri ne yamandır

Ah o yemendir gülü çimendir
Giden gelmiyor acep nedendir” diye türküler söylenirken, bir başka türkü yürekleri dağladı:
Kimi Yemen, kimi Harput
Üzerinde ince çaput
Avut yiğit gönlün avut
Yar sarmazsa Mevla’m sarar” nice Mehmetler kefenini kardan giydi. Niceleri giyecek kar bile bulamadı.
“Çanakkale içinde aynalı çarşı
Ana ben gidiyom düşmana karşı
Of gençliğim eyvah” diyenleri mi arasınız;
“Ankara'nın taşına bak,
Gözlerimin yaşına bak,
Biz düşmanı esir ettik,
Şu feleğin işine bak,
Pek şanlıyız,” diyenleri mi?
Herkes çil yavrusu gibi darmadağın oldu. Yerini yurdunu bir daha görmeyenler, gittiği yerden dönmeyenler, dönüp de bıraktıklarını bulamayanlar hep türkülere, ağıtlara, hikâyelere, romanlara konu oldular.  Bir karabulut çökmüştü ki koca Osmanlı topraklarına; baba oğuldan, kız anadan kimse kimseden haber alamaz olmuştu. Neresinde savaş yoktu ki koca Osmanlı topraklarının? Yedi düvel saldırmıştı adeta yurdun her yerini… Herkes “dıştan gelen düşman başım üstüne” dedi. Ama ya içimizde olanlara ne demeli.
Anadolu’nun her yerinde olduğu gibi Hacın’da da böyle oldu.
Kaytancızadelerin Haydar, hayatının baharındaydı. Gençti. Kuvvetliydi. Taşı sıksa suyunu çıkartırdı. Tuttuğunu koparırdı. Zamanı gelmişti artık evlenecekti. Gönlü Hacın’ın ileri gelen ailelerinden Hacıağaların kızı Fındık’a kaydı. Fındık da artık serpilmiş, tam da alımlı bir kız olmuştu. Dünürcüler gitti. Allah yazmıştı. Olan oldu. Haydar ile Fındık evlendiler. İki de nur topu gibi çocukları oldu. Düzen kurulmuştu artık. Aile birliği sağlanmıştı. Ama hiç beklenmedik bir şey oldu. Fransız gâvuru çıktı geldi topraklarına. Çukurova’nın düzlüğünü, Mersin’i, Toros Dağları’nın yükseklerini, Maraş’ı, Antep’i her yeri işgal etti.
Antepliler:
“Ben Antepliyim Şahinim ağam
Mavzer omzuma yük
Ben yumruklarımla dövüşeceğim
Yumruklarım memleket kadar büyük” dedi.
Maraşlılar:
“Uy Maraş sılaya nice varayım
Açılmaz kapılar çalıp durayım
Yârimi bulmadım kimden sorayım
Uy Maraş, Maraş da bu nasıl Maraş
Kara gözlerinde yaş, bağrında ataş” dedi.
Adanalılar:
“Şu Kışlanın Kapısına
Mail Oldum Yapısına
Telli Kurban Bağlayayım
Asker Yârin Kapısına” dedi.
Kimse ne yâri düşündü, ne oğlunu uşağını. Kaptı silahını koştu cepheye. Herkes cephede yer alır da Haydar evde mi oturur? O da giyindi cenk elbisesini düştü yollara. Eşi Fındık, oğulları Mehmet ve Sefa Hacın’da kaldılar.
Tarsus’ta Fransızlara karşı savaşan eli silahlı bir Mehmetçikti Kaytancızadelerin Haydar. Öyle bir savaşa girmişlerdi ki, ne eşini, ne oğlunu, ne anasını, ne babasını, ne de başka bir yakınını düşünecek durumda değildi. Onlar Mersin dolaylarında her gün can pazarında, düşman kuvvetlerine karşı mücadele ederken, Hacın’da bulunan komşuları düşmanla işbirliği etmiş ve emaneti arkadan vurmuşlardı.  Oysa o komşularına güvenmişti yıllarca.  Nasıl yaparlardı böyle bir kalleşliği, neden yaparlardı aklı bile ermezdi.
Hacın’da en büyük katliamlar Mart-Nisan aylarında yapıldı. Kaytancızade Haydar eşini ve oğullarını kayını İsmail Hakkı’ya emanet edip gitmişti. İsmail Hakkı Hacıağalardandı. Hacıağalar Hacın’da hatırı sayılı bir aileydi. Bir gün gelecek bu aileden onlarca insanın kapı komşuları tarafından katledileceği kimse tarafından tahmin bile edilemezdi. Haydar da tahmin etmemişti. Eşini ve oğullarını güvende sanıyordu. Oysa onlar katledilmişti. Sadece Haydar Efendi’nin eşi Fındık, oğulları Mehmet ve Sefa değil. Aynı zamanda Haydar Efendi’nin bacıları; Münevver, Sakine, Zübeyde ve Naime’de Ermenilerce katledilmişti. Hacın’da yaşanan katliamdan Haydar’ın haberi bile olmamıştı.

Onlar Tarsus’ta kanlı bir çatışmanın ortasındaydılar. Demirbaş Müfrezesi Komutanı Öğretmen Mustafa Nail’di. Mustafa Nail Hacın’lıydı.
Hacın’ın Yardibi Köyü’ndendi. Haydar da Hemşerisi Mustafa Nail’in bölüğündeydi. Haydar’da Milli mücadele yıllarında her Türk evladının olduğu gibi, o da takma bir isim kullanıyordu. Haydarın takma adı Alaaddin’di. Herkes ona Alaaddin diye seslenirdi.  


Takvimler 18 Temmuz 1920’yi gösteriyordu. Büyük bir hareket başladı. Çatışmalar gün boyu sürdü. Ertesi gün de devam etti. 19 Temmuz 1920 günü pazarı pazartesiye bağlayan gece Kaytancızade Haydar’ın hemşerisi Mustafa Nail şehit düştü. Mustafa Nail şehit olduğunda Haydar da onun yanındaydı Haydar da atılan şarapnel parçası ile hem ayağından hem de boğazından yaralandı.
Kendiside Demirbaş Müfrezesi Bölük komutanı olan Haydar, bu olaydan çok etkilendi. 1968 yılında hayata veda edene kadar her fırsatta çocuklarına “Mustafa Nail Efendi, benim kucağımda şehit oldu” diye anlattı. Sadece çocuklarına değil, 5 Ocak Adana’nın kurtuluş bayramlarında savaş yıllarını halk ile de kürsüye çıkarak paylaştı.
Savaş bitip Hacın’a geldiğinde iş işten çoktan geçmişti. Vedalaşıp gittiği eşi Fındık, oğulları Mehmet, Sefa… Bacıları; Münevver, Sakine, Zübeyde ve Naime… Kayın Biraderi, İsmail Hakkı ve Hacıağalardan onlarca insan Hacın’da öldürülmüştü. Yalnız onlar değil, Haydar’ın akrabaları Kaytancızadelerden de onlarca silahsız insan Ermenilerce katledilmişti.
Haydar, Yanık şehrin küllerinde oğulları Mehmet ve Sefa’yı, eşi Fındık’ı her yerde aradı. Sonra onların cesedini, şimdi Mustafa Yahşi’nin kullandığı evin arka tarafında bulunan mağarada buldular. Haydar, eşi Fındık’ı elbisesinden, oğlu Sefa’yı da ayağındaki patiğinden tanıdı. O kıyafetleri de olmasaydı tanınacak halde değillerdi. O mağarada onlardan başka onlarca Türk katledilmişti. Oğlu Mehmet’in cesedi hangisiydi bilemediler. Tıpkı onlarca silahsız insanlar gibi… Mehmet de, cesedi bile tespit edilemeyenler arasında yanık şehrin küllerine karıştı.

Not: 11.11.2010 Perşembe günü saat 12.00’de Haydar Savaşer’in oğulları Ural ve İsmail Hakkı Savaşer ile Ural Savaşer’in esnaflık yaptığı dükkânında bir araya geldik. Yaptığım çalışmaların özetini onlara anlattım. Her iki kardeşte verdiğim bilgileri doğruladılar. Babalarının kendileri ile paylaştığı bilgileri bana da aktardılar.
Ural ve İsmail Hakkı Savaşer’e verdikleri bilgi ve belgeler için teşekkür ederim.


           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder