Teber Efendi'nin kılıncı |
İLK
KURŞUN… TEBER EFENDİ, YA DA YAZICIOĞLU OSMAN
17
Nisan 1909 Cumartesi
Hacın’a
doğru Obruğun yokuşunu inerlerken Tahsildar Osman Yörük kızı Senem’e türküyü
söylüyor muydu, Yörük kızı Senem aklında mıydı bilinmez ama Mülazım Teber
Efendi ile Tahsildar Osman Hacın’ın Mağara nahiyesini ve köylerini birlikte gezmişler,
Tahsildar Osman küçükbaş hayvanların vergisini toplamış, Mülazım Teber Efendi de
asayişi kontrol etmişti.
O
günlerde asayiş çok düzgün değildi. Adana’da olaylar olmuş, Ermeniler isyanlar
çıkartmış, yüzlerce insan isyanda ölmüş, evler yakılmış, yıkılmış, kısacası
Adana harabe şehre dönmüştü. Adana’dan çok kötü haberler geliyordu. İstihbarat bilgileri
Hacın’da da bazı Ermenilerin ayaklanmalar yapacağı bilgisine ulaşmıştı. Güvenlik kuvvetleri tetikteydi.
Obruk’un
yokuşunu inerlerken Osman Efendi türkü söylemeyi kesti. Obruk Şelalesi’nin
çıktığı kayalara baktı. Kayalar ürküntü vericiydi. Nereden geldiyse içine bir
korku geldi. Atını Teber Efendi’nin atına yaklaştırarak Teber Efendi’ye sordu:
“Komutanım,
bizim Ermeniler de isyan edebilir mi?”
Osman
Efendi ile Teber Efendi görevleri gereği birbirleri ile çok yakın ilişki
içerisindeydi. Köyleri çoğu zaman birlikte gezerlerdi. Hem tahsilât, hem de
asayiş işlerine birlikte giderlerdi. Birbirleri ile sırdaş gibiydiler. Teber Efendi
ona güvenirdi hep, onu çok dememişti. Her defasında Osman Efendi’ye biraz daha
güvenmişti. Aralarında zaman zaman şakalar da yaparlardı. Yine Teber Efendi’nin
şaka yapacağı tuttu.
“Hayırdır
Osman, Obruk’un kayalarını görünce içine bir korku mu düştü?”
“Valla
komutan ne yalan söyleyim, kayalar ürperti verdi. Baksana kayalara gün batarken
her taş bir kafa gibi görünüyor.”
Teber
Efendi o ana kadar kayalara hiç dikkat etmemişti. Gün batımı gerçekten de
kayaları sanki birer adama çevirmişti. Gölgeler değişik şekillere dönüşmüştü.
Obruk Şelalesi de gümbür gümbür sesler çıkartıyordu. Gün batımının sessizliğini
Obruk Şelalesi bozuyordu. Köpürmüştü mübarek, dupduru bir suyu vardı. Dalgalar
gibi yükseliyordu. Bu Obruk Şelalesi böyledir işte. Torosların karı erimeye
başladı mı bir küheylan olur. Obruk Şelalesi de haklı canım. Kar çok yağar
Naltaş’ın kırına… Kurucan’da en az 4-5 metre kar olur kışın. O kadar karın suyu
Obruk Şelalesi’nden fışkırır. En deli olduğu mevsimdir şimdi. Nisan yağmurları
çoktan başlamıştı. Yağmurdan sonra çıkan güneş erittikçe eritiyordu bembeyaz
dağları.
Obruk
bir başka yerdir canım. Değişik bir coğrafi yapısı vardır. Aşağılardan
baktığınızda “ne olacak canım, altı üstü bir dağdır işte dersiniz. Yukarılara
çıktığınızda geniş bir ovaya çıkarsınız. Onca yağan kar, yağmur o ovada
toplanır. Birden bakmışsınız ki koca ovadaki yağmur, kar olduğu yere batmış.
Kaybolur toprağın düzlüğünde. Şaşarsınız onca suyun nereye gittiğine. Ancak
Obruk Şelalesi’ni gördüğünüzde anlarsınız Obruğun sırrını. Onca su ok gibi bir
kayanın bağrından fırlar dışarılara. Başka kaya yarıklarından da sular çıkar
amma illa da şelalenin merkezinden çıkan su büyük bir gürültü çıkartır. Sanki dağ
yarılır. İçinden ak bir köpük çıkar. Dünyanın kirlenmişliğine meydan okur gibi
bir ak gerdanlık Çatak suyu olur aşağılara doğru süzülür gider.
Teber
Efendi, Osman Efendi ve askerler Kızılyer’i aşağı indiler. Kızıl yer Obruk’un
yokuşunda bir yerin adıdır. Toprağı kırmızıdır, kızıl yerin. Yağmur yağdığında
toprağı kırmızı çamura dönüşür. Kan akar sanki. Osman Efendi’ye pek belli
etmiyordu ama Teber Efendi’de bu günlerde Hacın’da bir olay olabilir diye
bekliyordu. Çünkü Ermeni teröristlerinin elebaşları hep Hacın’dan çıkmıştı. İlk
önceleri Hacın’da olaylar çıkartmamışlardı ama öyle görülüyordu ki Hacın’da bir
güç gösterisinde bulunacaklardı. Teber Efendi 55 yaşındaydı. İyi yetişmiş bir
devlet adamıydı. Olayları önceden haber alabilir, halkın ne gibi davranışlar
yapabileceklerini önceden kestirebilirdi. Ona Mağarada:
“Teber
Efendi, akşamdan gitmesen iyi olur” demişlerdi.
O
da:
“Akşam
olmadan Hacın’a yetişsek iyi olur. Bu günlerde Hacın karışabilir. Ermeniler
Adana’da isyan hareketleri başlattılar, bakarsınız olaylar Hacın’a
sıçrayabilir” demişti.
Çünkü
Hacın Adana kadar büyük bir kaza merkeziydi. Bu kaza merkezinin ikinci derecede
vilayet olması teklifi bile yapılmıştı.
Her
ne kadar Hacınlı Ermeni milletvekili Hamparsum Boyacıyan’ın kız kardeşleri
Makruhi ve Andalya kaymakamın isteği üzerine Hacına getirilip orda güvenlikleri
sağlanmaya çalışılsa da eskisi kadar güvenli bir yer değildi. Her an bir olay
olabilirdi. Bunun emareleri de vardı. Ermeniler dış güçlerden aldıkları
destekle silahlanıyorlardı. Meşrutiyetin gelmesi ile de (açılım) yapılmış ve
azınlıklara imtiyaz sağlanmıştı. Osmanlı meclisine 14 Ermeni milletvekili
girmişti. Avrupa ile sıkı ilişkiler içine giren bu vekiller Osmanlı Devleti’ni
küçük düşürmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. 2010 yılından 1910 yılına
yüz yıl geriye gidip bir baktığımızda acaba aynı senaryolar yine mi
sahneleniyor demekten kendimizi alamıyoruz. Kısacası Teber Efendi bir asker
olarak çok tedirgindi. Onun için de bir an önce Hacın’a ulaşmak istiyordu.
Obruk
Şelalesinden bir yudum su bile içmeden yollarına devam ettiler. Artık akşam
karanlığı da bastırmıştı. Ama artık geldi sayılırlardı. Alaca karanlıkta
Kasımoğlu değirmeninin önündeki viraja geldiler. Tam virajı döndüler ki
önlerine birden bir kalabalık çıktı. Hiç beklemiyordu böyle bir pusuyu Mülazım Teber Efendi. Nasıl beklesin ki?
O güne kadar Hacın’da hiç olay olmamıştı. Hele Osmanlı Mülazımına karşı silah
kuşanmak akıl kârı değildi. Tahsildar Hacı Osman ile sohbet ederek
geliyorlardı. Tam virajı döndüler ki kalabalık bir Ermeni ellerinde silahlar,
değnekler, taşlar kendilerini bekliyor.
Birden atının gemini çekti Teber Efendi. At şaha kalktı. Deli bir
kişneme tuttu beygiri. Ön ayakları ile yerleri deşeledi.
Teber Efendi tanımıştı
yol kesenleri.
“Hayırdır
Balıkoğlu nedir bu iş?” dedi yüksek sesle.
Balıkoğlu
’nun ayakları titredi. Kıpkırmızı kesildi. Kalbi güm güm atmaya başladı. Oysa
yüzünü tanınmamak için bir atkı ile gizlemişti.
Teber
Efendi bu defa başka birine baktı.
“Sen
niye yüzünü gizliyorsun Kör Nazar?”
Ondan
da çıt çıkmadı. Arkadaki kalabalık homurdandı.
Tanımıştı
Balıkoğlu Hrant ile Şıkırdımyan Kör Nazarı Teber Efendi. Atını sürdü aralarına.
İkisi de doğrulttular silahlarını Teber Efendi’ye… Korku ile bastılar tetiğe.
Teber
Efendi vuruldu. Attan düştü. Orada şehit
oldu. Kalabalık avını parçalayan sırtlanlar gibi parçaladılar Teber Efendi’yi.
Belindeki kılıcını çekti içlerinden birisi. Başka birisi silahını aldı Teber
Efendi’nin. 55 yıllık hayatı gözlerinin önünde belirdi. O kadar savaş görmüştü.
Ruslarla savaştı. Arabistan’a gitti. Osmanlı toprağında birçok önemli
görevlerde bulundu. Ancak böyle bir kancıklığı hayatında hiç görmemişti. Yol
kesmek de neydi? Nereden cesaret alıyordu bu Ermeniler? Hacın’da bunları kim
destekliyordu?
Gayet
açıktı aslında her şey. Şu Meşrutiyet yok mu, şu meşrutiyet… 2.Meşrutiyet ilan
edileli daha bir yıl bile olmamıştı. 14 Ermeni Milletvekili meclise
girmişlerdi. Osmanlı devleti zayıflayınca sinsi sinsi bir kenarda duranlar hep
aslan kesilmişlerdi. Hacınlı eski terörist Hamparsum Boyacıyan bile
milletvekili olmuştu. Hamparsum Boyacıyan artık “Efendi” olmuştu. Teröristi
efendi edersen olacağı buydu. Hele teröristin başı Hacın’lı olunca elbette
Hacın her fırsatta karışacaktı artık. Baksanıza olaylardan kısa bir süre önce
Hamparsum Boyacıyan’ın kız kardeşleri Makruhi ve Andalya Rum asıllı kaymakam
Yuvanaki’nin isteği üzerine Hacın’a gelmişlerdi. Onların gelişi Hacın Ermenilerini
cesaretlendirmişti. Cesaretlerini ispat etmeleri ve güçlerini göstermeleri için
en ses getirici eylem elbette bir Osmanlı Mülazımını öldürmekti. Onlar da onu
yaptılar.
Teber
Efendi’ye ateş edenlerden biri de Kalus oğlu
Mihrandı. Onun silahından çıkan saçmalar Osman Efendi’yi daladı. O saçmaların
tesiri ile yere yıkıldı. Gözleri görmüyordu. Bir gözünden kan akıyordu. Diğer
gözü yere düşmenin tesiri ile insanları hayal meyal görüyordu. Bir süre ölmüş
numarası yaptı Osman Efendi. Ancak numarası uzun sürmedi. üzerine çullandılar.
Bir fırsatını buldu ve kendisini Çatak suyunun içine attı.
17
Nisan 1909 tarihini gösteriyordu takvimler. O güne kadar tek silah patlamamıştı
Hacın’da… Obruğun suyu coştukça coşmuştu. Aldı götürdü deli su Tahsildar Osman
Efendiyi. “Gitsin” dediler. “Gitsin. Bizim işimiz onunla değil!”
Osman
Efendi, şimdi Saimbeyli Lisesine gidilen yoldaki tarihi köprünün yanında,
coşkun akan obruk deresinden çıkmayı başardı. Manastıra yakın bir yerde bulunan
mezarlığa saklandı. Bir süre sonra mezarlıkta
kendisini kovalayan Ermenilerden Acem oğlu Arşak, Abraham oğlu Kel Hacı ve
Ölmesek oğlu Hacı Minas Osman Efendi’yi yakalayıp, üstüne çullandılar. Üzerinde
bulunan 30 lira parayı aldılar.
Teber
Efendi’nin evinde kıyamet koptu. Hamile eşi Fatma Hanım yüreğinden vuruldu
adeta.
Fatma Hanım
Teber Efendi’nin ikinci eşiydi. İlk eşi çerkezdi. Çerkez Sakine derlerdi ona.
Üç oğlu olmuştu ondan Teber Efendi’nin. Ahmet Şükrü, Mehmet Sabri ve Müslim…
Müslim’in doğumundan kısa bir süre sonra Sakine Hanım vefat etti. Teber Efendi de
Fatma Hanım ile evlendi. Her ikinci evlilikte olduğu gibi bu evlilikte de Teber
Efendi’nin yakınları her zaman ilk gelinleri Sakine hanımı daha çok
benimsediler. Bu benimseme cenaze anında bile kendini gösterdi. Bir taraftan
ağlayan kadınlar, diğer taraftan hep Sakine Hanım’ın adını andılar. Kendi
aralarında konuşurlarken bile “Uğursuz geldi Fatma” gibi laflar sarf ettiler.
Bunu duyan Fatma Hanım yüreği yana yana şu ağıdı söyledi. O ağıtta 101 yıl
sonra bize kadar ulaştı. İşte yüreği yanan bir şehit eşinin ağıdı:
“Süpürürdüm havlunuzu
Allah bozdu kavlimizi
Bana kademsiz diyonuz
Ben mi öldürdüm oğlunuzu
Kırlangıç yapar yuvayı
Çamur sıvayı sıvayı
Biz eskiden hısımıdık
Ata dededen dolayı”
Teber Efendi’nin ikinci eşi
Fatma’dan dört çocuğu oldu. İlk olan kızına ilk eşi Sakine’nin adını verdi.
İkinci kızı Ülfet ve oğlu Ahmet Necmettin Teber Efendi ölmeden doğmuşlardı.
Teber Efendi şehit olduktan üç ay sonra en küçük oğlu Mehmet Kemal dünyaya geldi.
Mehmet Kemal doğana kadar da Fatma Hanım Hacın’ı terk etmedi.
Teber
Efendi’nin asıl adı Mehmet Teberdar’dır. 1854 yılında Kırım savaşı başladığı
sıralarda Adana'da Hamamgurbu mahallesinde, Mestan Hamamı’nın hemen yanı
başındaki evlerinde doğdu. Babası Abdullah Efendi ve annesi Ayşe Hanım’dır.
Çocukluğu ve gençliği Adana'da geçti. İsteyerek geldiği, Adana kadar büyük
şehir Hacın’da şehit edilen ilk Osmanlı Mülazımı oldu.
O gün (17
Nisan 1909) günü Hacın’da 28 kişi öldürüldü. Üç gün içerisinde ölü sayısı 35’e
yükseldi. Geriye de Teber Efendi’nin şerefle taşıdığı kılıcı, bir de yetim
büyüyen çocukları kaldı.
Aradan
yüz yıl geçti. Hiç beklemediğim ve bilmediğim bir kişi bana önce internetten,
daha sonra da telefonla ulaşarak:
“Ahmet
Bey, edindiğim bilgilere göre siz Saimbeyli ile ilgili bazı araştırmalar
yapıyormuşsunuz. Benim dedem Teber Efendi 17 Nisan 1909 yılında Hacında şehit
edilen bir yüzbaşıdır. Onunla ilgili bilgiler edinmek istiyorum. Bana yardımcı
olur musunuz?” dedi.
Beni arayan kişinin adı Tunç Teber TOROSDAĞLI idi. Bir çocuk şehit dedesini arıyordu. Elbette
bize düşen elimizdeki bilgileri ona vermekti. Biz de öyle yaptık.
Tunç Bey,
17 Nisan 2009 günü Saimbeyli’ye gelerek dedesi hakkında yaptığı araştırmaları
Saimbeyli’de eğitimlerini gören bir grup öğrenci ile paylaştı. Bir aksilikten
dolayı ben o gün ilçede olamadım. Ancak yaptığı çalışmaların bir kopyasını bana
ulaştırdı. Teber Efendi hikâyesini yazarken onun bana ulaştırdığı bilgi ve
belgelerden de imkânlarım ölçüsünde faydalandım.
Gönlüm
isterdi ki şahadetinin 100.yılında Mehmet Teber Efendi’nin katledilmesinin
100.yılını dünyaya duyurabilseydik. Duyuramadık. Ve yine tarihi gerçekleri
anlatmakta sınıfta kaldık. Fakat ne mutlu ki artık dedelerini araştıran
torunları var. Sayın Tunç Teber TOROSDAĞLI’yı kutluyorum.
BİR
TESADÜF
Teber Efendi’nin hikâyesini biraz biliyordum. Onunla birlikte
vurularak bir gözünü kaybeden Tahsildar Osman’ı da biliyordum. Ama yakın kapı
komşum Mehmet Yazıcıoğlu’nun Tahsildar Osman Efendi’nin oğlu olduğunu bilmiyordum.
Kitap çalışmalarım esnasında
ilçenin yerlilerinden Mehmet Yazıcıoğlu’na evinin önünde rastladım. Hal hatır
sorduktan sonra tarihi olaylardan neler bildiğini sorduğumda:
“Ermeniler benim babamın gözünü kör ettiler” dedi.
“Babanın adı neydi Mehmet Abi?” diye sordum.
“Hacı
Osman!” dedi.
Ona
babasının gözünün nasıl kör olduğunu sorduğumda baştan beri yazdığı Teber
Efendi’nin şehit edilme olayını anlattı.
Bir
kez daha anlaşıldı ki Teber Efendi’nin şehit edildiğinde Onun yanında bir
gözünü kaybeden Osman, Mehmet Yazıcıoğlu’nun babasıydı. Osman Efendi dini bütün
bir kişi olduğundan ona herkes “Hacı Osman” dedi.
Hacı
Osman Yazıcıoğlu Hacın karışmadan çok kısa bir süre önce çocuklarını ve
eşyalarını iki kağnı ile Şanşa köyüne taşıttı. Ve böylelikle ikince darbeden
kurtuldu. Hacın’da işkence ile öldürülen diğer Türklerin başına gelen olaylar
bu defa Osman Efendi’nin başına gelmedi.
Hacı
Osman Yazıcıoğlu 1935 yılında hayata gözlerini yumdu. Eşi Selver ise çocukları;
Feride, İbrahim, Nazmiye, Ayşe, Naime ve Mehmet’e gözü gibi baktı.
Yılmaz
adında bir oğlu ise çok küçük yaşta vefat etti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder