17 Nisan 2013 Çarşamba

İLK KURŞUN… TEBER EFENDİ, YA DA YAZICIOĞLU OSMAN


Teber Efendi'nin kılıncı
İLK KURŞUN… TEBER EFENDİ, YA DA YAZICIOĞLU OSMAN
17 Nisan 1909 Cumartesi
Hacın’a doğru Obruğun yokuşunu inerlerken Tahsildar Osman Yörük kızı Senem’e türküyü söylüyor muydu, Yörük kızı Senem aklında mıydı bilinmez ama Mülazım Teber Efendi ile Tahsildar Osman Hacın’ın Mağara nahiyesini ve köylerini birlikte gezmişler, Tahsildar Osman küçükbaş hayvanların vergisini toplamış, Mülazım Teber Efendi de asayişi kontrol etmişti.
O günlerde asayiş çok düzgün değildi. Adana’da olaylar olmuş, Ermeniler isyanlar çıkartmış, yüzlerce insan isyanda ölmüş, evler yakılmış, yıkılmış, kısacası Adana harabe şehre dönmüştü. Adana’dan çok kötü haberler geliyordu. İstihbarat bilgileri Hacın’da da bazı Ermenilerin ayaklanmalar yapacağı bilgisine ulaşmıştı.  Güvenlik kuvvetleri tetikteydi.
Obruk’un yokuşunu inerlerken Osman Efendi türkü söylemeyi kesti. Obruk Şelalesi’nin çıktığı kayalara baktı. Kayalar ürküntü vericiydi. Nereden geldiyse içine bir korku geldi. Atını Teber Efendi’nin atına yaklaştırarak Teber Efendi’ye sordu:
“Komutanım, bizim Ermeniler de isyan edebilir mi?”
Osman Efendi ile Teber Efendi görevleri gereği birbirleri ile çok yakın ilişki içerisindeydi. Köyleri çoğu zaman birlikte gezerlerdi. Hem tahsilât, hem de asayiş işlerine birlikte giderlerdi. Birbirleri ile sırdaş gibiydiler. Teber Efendi ona güvenirdi hep, onu çok dememişti. Her defasında Osman Efendi’ye biraz daha güvenmişti. Aralarında zaman zaman şakalar da yaparlardı. Yine Teber Efendi’nin şaka yapacağı tuttu.
“Hayırdır Osman, Obruk’un kayalarını görünce içine bir korku mu düştü?”
“Valla komutan ne yalan söyleyim, kayalar ürperti verdi. Baksana kayalara gün batarken her taş bir kafa gibi görünüyor.”
Teber Efendi o ana kadar kayalara hiç dikkat etmemişti. Gün batımı gerçekten de kayaları sanki birer adama çevirmişti. Gölgeler değişik şekillere dönüşmüştü. Obruk Şelalesi de gümbür gümbür sesler çıkartıyordu. Gün batımının sessizliğini Obruk Şelalesi bozuyordu. Köpürmüştü mübarek, dupduru bir suyu vardı. Dalgalar gibi yükseliyordu. Bu Obruk Şelalesi böyledir işte. Torosların karı erimeye başladı mı bir küheylan olur. Obruk Şelalesi de haklı canım. Kar çok yağar Naltaş’ın kırına… Kurucan’da en az 4-5 metre kar olur kışın. O kadar karın suyu Obruk Şelalesi’nden fışkırır. En deli olduğu mevsimdir şimdi. Nisan yağmurları çoktan başlamıştı. Yağmurdan sonra çıkan güneş erittikçe eritiyordu bembeyaz dağları.
Obruk bir başka yerdir canım. Değişik bir coğrafi yapısı vardır. Aşağılardan baktığınızda “ne olacak canım, altı üstü bir dağdır işte dersiniz. Yukarılara çıktığınızda geniş bir ovaya çıkarsınız. Onca yağan kar, yağmur o ovada toplanır. Birden bakmışsınız ki koca ovadaki yağmur, kar olduğu yere batmış. Kaybolur toprağın düzlüğünde. Şaşarsınız onca suyun nereye gittiğine. Ancak Obruk Şelalesi’ni gördüğünüzde anlarsınız Obruğun sırrını. Onca su ok gibi bir kayanın bağrından fırlar dışarılara. Başka kaya yarıklarından da sular çıkar amma illa da şelalenin merkezinden çıkan su büyük bir gürültü çıkartır. Sanki dağ yarılır. İçinden ak bir köpük çıkar. Dünyanın kirlenmişliğine meydan okur gibi bir ak gerdanlık Çatak suyu olur aşağılara doğru süzülür gider.
Teber Efendi, Osman Efendi ve askerler Kızılyer’i aşağı indiler. Kızıl yer Obruk’un yokuşunda bir yerin adıdır. Toprağı kırmızıdır, kızıl yerin. Yağmur yağdığında toprağı kırmızı çamura dönüşür. Kan akar sanki. Osman Efendi’ye pek belli etmiyordu ama Teber Efendi’de bu günlerde Hacın’da bir olay olabilir diye bekliyordu. Çünkü Ermeni teröristlerinin elebaşları hep Hacın’dan çıkmıştı. İlk önceleri Hacın’da olaylar çıkartmamışlardı ama öyle görülüyordu ki Hacın’da bir güç gösterisinde bulunacaklardı. Teber Efendi 55 yaşındaydı. İyi yetişmiş bir devlet adamıydı. Olayları önceden haber alabilir, halkın ne gibi davranışlar yapabileceklerini önceden kestirebilirdi. Ona Mağarada:
“Teber Efendi, akşamdan gitmesen iyi olur” demişlerdi.
O da:
“Akşam olmadan Hacın’a yetişsek iyi olur. Bu günlerde Hacın karışabilir. Ermeniler Adana’da isyan hareketleri başlattılar, bakarsınız olaylar Hacın’a sıçrayabilir” demişti.
Çünkü Hacın Adana kadar büyük bir kaza merkeziydi. Bu kaza merkezinin ikinci derecede vilayet olması teklifi bile yapılmıştı.
Her ne kadar Hacınlı Ermeni milletvekili Hamparsum Boyacıyan’ın kız kardeşleri Makruhi ve Andalya kaymakamın isteği üzerine Hacına getirilip orda güvenlikleri sağlanmaya çalışılsa da eskisi kadar güvenli bir yer değildi. Her an bir olay olabilirdi. Bunun emareleri de vardı. Ermeniler dış güçlerden aldıkları destekle silahlanıyorlardı. Meşrutiyetin gelmesi ile de (açılım) yapılmış ve azınlıklara imtiyaz sağlanmıştı. Osmanlı meclisine 14 Ermeni milletvekili girmişti. Avrupa ile sıkı ilişkiler içine giren bu vekiller Osmanlı Devleti’ni küçük düşürmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. 2010 yılından 1910 yılına yüz yıl geriye gidip bir baktığımızda acaba aynı senaryolar yine mi sahneleniyor demekten kendimizi alamıyoruz. Kısacası Teber Efendi bir asker olarak çok tedirgindi. Onun için de bir an önce Hacın’a ulaşmak istiyordu.
Obruk Şelalesinden bir yudum su bile içmeden yollarına devam ettiler. Artık akşam karanlığı da bastırmıştı. Ama artık geldi sayılırlardı. Alaca karanlıkta Kasımoğlu değirmeninin önündeki viraja geldiler. Tam virajı döndüler ki önlerine birden bir kalabalık çıktı. Hiç beklemiyordu böyle bir pusuyu Mülazım Teber Efendi. Nasıl beklesin ki? O güne kadar Hacın’da hiç olay olmamıştı. Hele Osmanlı Mülazımına karşı silah kuşanmak akıl kârı değildi. Tahsildar Hacı Osman ile sohbet ederek geliyorlardı. Tam virajı döndüler ki kalabalık bir Ermeni ellerinde silahlar, değnekler, taşlar kendilerini bekliyor.  Birden atının gemini çekti Teber Efendi. At şaha kalktı. Deli bir kişneme tuttu beygiri. Ön ayakları ile yerleri deşeledi.
Teber Efendi tanımıştı yol kesenleri.
“Hayırdır Balıkoğlu nedir bu iş?” dedi yüksek sesle.
Balıkoğlu ’nun ayakları titredi. Kıpkırmızı kesildi. Kalbi güm güm atmaya başladı. Oysa yüzünü tanınmamak için bir atkı ile gizlemişti.
Teber Efendi bu defa başka birine baktı.
“Sen niye yüzünü gizliyorsun Kör Nazar?”
Ondan da çıt çıkmadı. Arkadaki kalabalık homurdandı.
Tanımıştı Balıkoğlu Hrant ile Şıkırdımyan Kör Nazarı Teber Efendi. Atını sürdü aralarına. İkisi de doğrulttular silahlarını Teber Efendi’ye… Korku ile bastılar tetiğe.
Teber Efendi vuruldu.  Attan düştü. Orada şehit oldu. Kalabalık avını parçalayan sırtlanlar gibi parçaladılar Teber Efendi’yi. Belindeki kılıcını çekti içlerinden birisi. Başka birisi silahını aldı Teber Efendi’nin. 55 yıllık hayatı gözlerinin önünde belirdi. O kadar savaş görmüştü. Ruslarla savaştı. Arabistan’a gitti. Osmanlı toprağında birçok önemli görevlerde bulundu. Ancak böyle bir kancıklığı hayatında hiç görmemişti. Yol kesmek de neydi? Nereden cesaret alıyordu bu Ermeniler? Hacın’da bunları kim destekliyordu?
Gayet açıktı aslında her şey. Şu Meşrutiyet yok mu, şu meşrutiyet… 2.Meşrutiyet ilan edileli daha bir yıl bile olmamıştı. 14 Ermeni Milletvekili meclise girmişlerdi. Osmanlı devleti zayıflayınca sinsi sinsi bir kenarda duranlar hep aslan kesilmişlerdi. Hacınlı eski terörist Hamparsum Boyacıyan bile milletvekili olmuştu. Hamparsum Boyacıyan artık “Efendi” olmuştu. Teröristi efendi edersen olacağı buydu. Hele teröristin başı Hacın’lı olunca elbette Hacın her fırsatta karışacaktı artık. Baksanıza olaylardan kısa bir süre önce Hamparsum Boyacıyan’ın kız kardeşleri Makruhi ve Andalya Rum asıllı kaymakam Yuvanaki’nin isteği üzerine Hacın’a gelmişlerdi. Onların gelişi Hacın Ermenilerini cesaretlendirmişti. Cesaretlerini ispat etmeleri ve güçlerini göstermeleri için en ses getirici eylem elbette bir Osmanlı Mülazımını öldürmekti. Onlar da onu yaptılar.
Teber Efendi’ye ateş edenlerden biri de Kalus oğlu Mihrandı. Onun silahından çıkan saçmalar Osman Efendi’yi daladı. O saçmaların tesiri ile yere yıkıldı. Gözleri görmüyordu. Bir gözünden kan akıyordu. Diğer gözü yere düşmenin tesiri ile insanları hayal meyal görüyordu. Bir süre ölmüş numarası yaptı Osman Efendi. Ancak numarası uzun sürmedi. üzerine çullandılar. Bir fırsatını buldu ve kendisini Çatak suyunun içine attı.
17 Nisan 1909 tarihini gösteriyordu takvimler. O güne kadar tek silah patlamamıştı Hacın’da… Obruğun suyu coştukça coşmuştu. Aldı götürdü deli su Tahsildar Osman Efendiyi. “Gitsin” dediler. “Gitsin. Bizim işimiz onunla değil!”
Osman Efendi, şimdi Saimbeyli Lisesine gidilen yoldaki tarihi köprünün yanında, coşkun akan obruk deresinden çıkmayı başardı. Manastıra yakın bir yerde bulunan mezarlığa saklandı. Bir süre sonra mezarlıkta kendisini kovalayan Ermenilerden Acem oğlu Arşak, Abraham oğlu Kel Hacı ve Ölmesek oğlu Hacı Minas Osman Efendi’yi yakalayıp, üstüne çullandılar. Üzerinde bulunan 30 lira parayı aldılar.
Teber Efendi’nin evinde kıyamet koptu. Hamile eşi Fatma Hanım yüreğinden vuruldu adeta.
Fatma Hanım Teber Efendi’nin ikinci eşiydi. İlk eşi çerkezdi. Çerkez Sakine derlerdi ona. Üç oğlu olmuştu ondan Teber Efendi’nin. Ahmet Şükrü, Mehmet Sabri ve Müslim… Müslim’in doğumundan kısa bir süre sonra Sakine Hanım vefat etti. Teber Efendi de Fatma Hanım ile evlendi. Her ikinci evlilikte olduğu gibi bu evlilikte de Teber Efendi’nin yakınları her zaman ilk gelinleri Sakine hanımı daha çok benimsediler. Bu benimseme cenaze anında bile kendini gösterdi. Bir taraftan ağlayan kadınlar, diğer taraftan hep Sakine Hanım’ın adını andılar. Kendi aralarında konuşurlarken bile “Uğursuz geldi Fatma” gibi laflar sarf ettiler. Bunu duyan Fatma Hanım yüreği yana yana şu ağıdı söyledi. O ağıtta 101 yıl sonra bize kadar ulaştı. İşte yüreği yanan bir şehit eşinin ağıdı:
“Süpürürdüm havlunuzu
Allah bozdu kavlimizi
Bana kademsiz diyonuz
Ben mi öldürdüm oğlunuzu

Kırlangıç yapar yuvayı
Çamur sıvayı sıvayı
Biz eskiden hısımıdık
Ata dededen dolayı”

Teber Efendi’nin ikinci eşi Fatma’dan dört çocuğu oldu. İlk olan kızına ilk eşi Sakine’nin adını verdi. İkinci kızı Ülfet ve oğlu Ahmet Necmettin Teber Efendi ölmeden doğmuşlardı. Teber Efendi şehit olduktan üç ay sonra en küçük oğlu Mehmet Kemal dünyaya geldi. Mehmet Kemal doğana kadar da Fatma Hanım Hacın’ı terk etmedi.
            Teber Efendi’nin asıl adı Mehmet Teberdar’dır. 1854 yılında Kırım savaşı başladığı sıralarda Adana'da Hamamgurbu mahallesinde, Mestan Hamamı’nın hemen yanı başındaki evlerinde doğdu. Babası Abdullah Efendi ve annesi Ayşe Hanım’dır. Çocukluğu ve gençliği Adana'da geçti. İsteyerek geldiği, Adana kadar büyük şehir Hacın’da şehit edilen ilk Osmanlı Mülazımı oldu.
O gün (17 Nisan 1909) günü Hacın’da 28 kişi öldürüldü. Üç gün içerisinde ölü sayısı 35’e yükseldi. Geriye de Teber Efendi’nin şerefle taşıdığı kılıcı, bir de yetim büyüyen çocukları kaldı.
Aradan yüz yıl geçti. Hiç beklemediğim ve bilmediğim bir kişi bana önce internetten, daha sonra da telefonla ulaşarak:
“Ahmet Bey, edindiğim bilgilere göre siz Saimbeyli ile ilgili bazı araştırmalar yapıyormuşsunuz. Benim dedem Teber Efendi 17 Nisan 1909 yılında Hacında şehit edilen bir yüzbaşıdır. Onunla ilgili bilgiler edinmek istiyorum. Bana yardımcı olur musunuz?” dedi.
Beni arayan kişinin adı Tunç Teber TOROSDAĞLI idi. Bir çocuk şehit dedesini arıyordu. Elbette bize düşen elimizdeki bilgileri ona vermekti. Biz de öyle yaptık.
Tunç Bey, 17 Nisan 2009 günü Saimbeyli’ye gelerek dedesi hakkında yaptığı araştırmaları Saimbeyli’de eğitimlerini gören bir grup öğrenci ile paylaştı. Bir aksilikten dolayı ben o gün ilçede olamadım. Ancak yaptığı çalışmaların bir kopyasını bana ulaştırdı. Teber Efendi hikâyesini yazarken onun bana ulaştırdığı bilgi ve belgelerden de imkânlarım ölçüsünde faydalandım.
Gönlüm isterdi ki şahadetinin 100.yılında Mehmet Teber Efendi’nin katledilmesinin 100.yılını dünyaya duyurabilseydik. Duyuramadık. Ve yine tarihi gerçekleri anlatmakta sınıfta kaldık. Fakat ne mutlu ki artık dedelerini araştıran torunları var. Sayın Tunç Teber TOROSDAĞLI’yı kutluyorum.

BİR TESADÜF
            Teber Efendi’nin hikâyesini biraz biliyordum. Onunla birlikte vurularak bir gözünü kaybeden Tahsildar Osman’ı da biliyordum. Ama yakın kapı komşum Mehmet Yazıcıoğlu’nun Tahsildar Osman Efendi’nin oğlu olduğunu bilmiyordum.
Kitap çalışmalarım esnasında ilçenin yerlilerinden Mehmet Yazıcıoğlu’na evinin önünde rastladım. Hal hatır sorduktan sonra tarihi olaylardan neler bildiğini sorduğumda:
            “Ermeniler benim babamın gözünü kör ettiler” dedi.
            “Babanın adı neydi Mehmet Abi?” diye sordum.
“Hacı Osman!” dedi.
Ona babasının gözünün nasıl kör olduğunu sorduğumda baştan beri yazdığı Teber Efendi’nin şehit edilme olayını anlattı.
Bir kez daha anlaşıldı ki Teber Efendi’nin şehit edildiğinde Onun yanında bir gözünü kaybeden Osman, Mehmet Yazıcıoğlu’nun babasıydı. Osman Efendi dini bütün bir kişi olduğundan ona herkes “Hacı Osman” dedi.
Hacı Osman Yazıcıoğlu Hacın karışmadan çok kısa bir süre önce çocuklarını ve eşyalarını iki kağnı ile Şanşa köyüne taşıttı. Ve böylelikle ikince darbeden kurtuldu. Hacın’da işkence ile öldürülen diğer Türklerin başına gelen olaylar bu defa Osman Efendi’nin başına gelmedi.
Hacı Osman Yazıcıoğlu 1935 yılında hayata gözlerini yumdu. Eşi Selver ise çocukları; Feride, İbrahim, Nazmiye, Ayşe, Naime ve Mehmet’e gözü gibi baktı.
Yılmaz adında bir oğlu ise çok küçük yaşta vefat etti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder