ÇERKEZ ALİ
Çerkez Ali 1885 (1301) Saimbeyli
(Hacın)de doğdu. Babası Molla Halil, anası Cıngıllı Elif‘tir. (Her ne kadar
nüfusa Elife olarak yazılmışsa da halk arasında Cıngıllı Elif olarak bilinir.
Bizler de öyle kullanacağız.) Babası
Molla Halil doğma büyüme Hacınlıdır. Anası Cıngıllı Elif; Kadirli-Araplı
köyünde ikamet eden Molla Halil’in akrabalarındandır. Abdullah (Apo)nun kızı
Cıngıllı Elif, Molla Halil’in ilk eşidir. Cıngıllı Elif’in kız kardeşi Zeliha
da Hacından evlidir.
Molla Halil hayvancılıkla uğraşırdı.
Bu yüzden de hayvanlarını yazın Hacın, kışın Kadirli dolaylarında beslerdi.
Andırın ve Kadirli dolaylarındaki akrabaları ile akrabalık bağları güçlü olması
nedeniyle akrabalarından Elif ile evlendi. Elif güzel, alımlı ve geleneklerine
bağlı bir kızdı. Bu yüzden de atalarından gördüğü gibi giyinirdi. Orta Asya
Türklerinin giyim tarzı olan yırtmaçlı etekler ve kalın giysiler giyerdi.
Başına bağladığı yazmasının etrafı boncuklu, süslü ve küçük zillerle doluydu.
Başındaki küçük zillerin ses çıkartması nedeniyle ona Cıngıllı Elif derlerdi.
Molla Halil’in Cıngıllı Elif ‘den
iki oğlan iki kızı oldu. Büyük kızı Adaviye’yi Kadirli’ye gelin verdi.
Adaviye’nin Nazmiye adındaki bir kızı olduğu bilinmektedir. Diğer kızı Sultan, Mersin’e
gelin gitti. Sultanın Fatma adında bir kızının var olduğu bilinmekte olup,
Fatma’nın; Refik, Memduh (Hâkim) ve Nihal adında çocukları vardır.
Molla
Halil ‘in 15–16 yaşlarında olan oğlu Mustafa o yıla kadar ailenin tek oğluydu.
Tek oğlan olması münasebetiyle evin erkek işlerini o yapar ve babası Molla
Halil’e büyük destek olurdu. Saimbeyli de kışın çetin geçmesi nedeniyle yine
her yıl olduğu gibi hayvanlarını da alıp Kadirliye gittiler. Bahar aylarına
kadar Kadirlide kaldılar. Kadirli sıcaktı. Etrafı sazlıklarla çevriliydi. Bu
sazlıklar da sivrisinek üretme merkezi gibi çalışıyordu. O zamanlar zirai
ilaçlar bilinmiyor ve sivrisineklerle mücadele edilemiyordu. Sıtma hastalığı
yaygın bir hastalık olmuş ve insanların ölümüne neden oluyordu. Saimbeyli de
kışın şiddetli geçmesi Molla Halil’in ve çocuklarının Kadirlide biraz fazla
kalmalarına neden oldu. Havalar iyice ısınınca da sivrisinekler kudurdu.
Neticede Mustafa sıtma mikrobunu aldı. Mikrobun farkına varmayan aile
hayvanları toplayarak Saimbeyli’ye gitmek üzere Kadirli den yola çıktılar.
Şimdiki gibi Kadirli-Kozan yolu takip edilmezdi. Kadirli’ den Saimbeyli’nin
Değirmenciuşağı köyüne geçilir. Oradan da yine dağlardan Saimbeyli yaylalarına
çıkılırdı. Değirmenciuşağı-Ayvacık dolaylarındaki, Zincirli Yaylası Sarım oluğu
mevkiine geldiklerinde Mustafa ağırlaştı. Yol yorgunluğu ve sıtma mikrobu
Mustafa’yı yatağa düşürdü. Orada konaklamak zorunda kaldılar. Doktorsuz,
ilaçsız dağ başında Mustafa öldü. Ailenin tek erkek çocuğu Mustafa’nın ölümü
aileyi perişan etti. Mustafa’yı Sarım oluğuna gömdüler.
Daha sonraki yıllarda Molla Halil hayvancılığı
azalttı. Ata mesleği olan kaytancılıkla uğraşmaya başladı. Kaytan; bir çeşit
iptir. Molla Halil’in ataları kaytan yaparak geçimlerini sağlarlardı. Onun için
de aileye KAYTANCILAR ya da KAYTANCIZADELER denilirdi. O zaman kaytan yapmak
başlı başına bir sanattı. Şimdiki iplik fabrikalarının yerinde olan bu meslek
dalı o zaman da geçerli bir meslek dalıydı.
Molla
Halil, oğlu Mustafa’nın ölümünden sonra oğlu olmadığı için üzüntüye girdi.
Oğlan çocuk istiyordu. Kocası ölmüş dul bir kadın olan Selbi ile ikinci
evliliğini yaptı. Ondan da Dudu adında bir kız çocuğu dünyaya geldi. Daha sonra
Molla Halil’in birinci eşi Cıngıllı Elif hamile kaldı ve bir oğlan çocuk
dünyaya getirdi. Bu çocuk, evin neşesi ve Molla Halil’in soyunu devam ettirecek
tek erkek çocuğuydu. Adını Ali koydular. Sarışın, çakır gözlü, kulunçlu ve
etine dolgun bir çocuk oldu. Kaşları oldukça iri ve dikti. Ailenin tek erkek
çocuğu olduğu için hiç kimse ondan hiçbir şey esirgemedi. Babası Molla Halil,
anası Cıngıllı Elif ve üvey annesi Selbi Ali’ye gösterdikleri ihtimamı diğer
çocuklara göstermediler. Türk geleneklerine göre soy erkek evlattan türerdi.
Ali de Molla Halil’in soyunu devam ettirecekti.
Aslında Molla Halil’in akrabaları çoktu. Hacın’ a da
asırlar önce yerleşmişlerdi. Köklü bir ailesi, geniş bir aşireti vardı. Aile
büyükleri Hacın’ a gelmeden önce Kırıkhan dolaylarında, Amik Ovası çevresinde
yaşayan. Mürseloğulları Aşireti’ndendir. Dadaloğlu bir şiirinde Mürsel Oğulları’nın
iki bin atlıya sahip bir beylik olduğunu söyler. Mürseloğulları ile Afşarların
beylik kavgasına girdiklerini ve Mürseloğullarının bu savaştan sonra
Osmanoğullarıyla birleştiklerini anlatır. Mürseloğulları Osmanoğlulları ile
birleştikten sonra bir kısım aile fertlerini Amik Ovasının dışına kaydırır.
Bunlardan bir kısmını Kahraman- Maraş’a, bir kısmını Kadirli dolaylarına, bir
kısmını Hacın’a ve bir kısmını da Kayseri’ye gönderir. Çoğunluk yine de Amik Ovası
çevresinde kalırlar. Halen Hatay
sınırları içerisinde yaşayan Mürseloğulları Saimbeyli de yaşayan Kaytancıların
akrabalarıdır. Bundan 20–30 yıl öncesine kadar akrabalık bağlarını devam
ettirirler ve aileler birbirleri ile görüşürlerdi. Mürseloğulları beyliği
dağıtılırken o zamanki aile fertlerinin çoğunluğunun “hoca, molla, şeyh“
unvanlarını alması ve yerleşim yeri olarak Hıristiyan’ların çoğunlukta olduğu
yerleri seçmeleri bir tesadüf olmasa gerekir.
Ailenin geçim kaynağı genellikle kaytan
(ip) üretiminden sağlanmıştır. Zamanın tekniği iyi kullanılarak halkın kaytan
ihtiyacı tamamen bu aile tarafından karşılanmıştır. Artık bunlara kimse
MÜRSELOĞULLARI demez, ürettikleri kaytandan dolayı “KAYTANCILAR” denmeye başlarlar. Evlerde, camilerde,
tekkelerde, medreselerde Türk çocuklarına İslam dininin kaidelerini
öğrettikleri için de Türkler arasında saygı göstertilen bir aile olurlar.
Bundan dolayı da “ZADE” unvanını alırlar. Hacın’da yaşayan “MÜRSELOĞULLARINA “KAYTANCIZADELER” denmeye başlar. Tarihçi
Cezmi YURTSEVER, yazmış olduğu “Kalekilise” adlı kitabında Osmanlı
devlet arşivlerinden çıkarttığı bir belgeyi yayımlarken yaptığı tercümede
“Kaytancızadeler”den bahsetmektedir.
Çerkez
Ali kendi çocuklarına; Saimbeyli kurtuluş savaşı yıllarını anlatırken
gözyaşları içerisinde “ Hacın’da ailemden kırk şehit yatıyor.” dermiş. Oysa
Eğitimci Yazar Mustafa ONAR, yazmış olduğu Saimbeyli adlı kitapta
Kaytancılardan; “On iki şehit var!” diye yazmış. Yaptığımız araştırmada Çerkez
Ali’nin bahsettiği diğer kişilerin Kaytancıların akrabaları olduklarını gördük.
Buradan da çıkarttığımız anlam, demek ki Hacın’da yaşayan Türklerin çoğunluğu
anadan veya babadan birbirlerine akrabadırlar.
Dönelim Çerkez Ali’ye:
Molla Halil; oğlu Ali 13–14 yaşlarına geldiğinde
hayata gözlerini yumdu. Molla Halil’in ölümünden sonra eşi Selbi baba evine
gitti. Kızı Dudu Karsavuran Köyü’nden Molla Ahmet Yahşi ile evlendi. Dudu’nun
dokuz çocuğu oldu. Bunlardan büyük kızı Ayşe ( Hacında ikamet eden
Özbakanlardan ( Erbakanlardan) Başkâtip Nazir Efendinin kayınbiraderi Tahsin
ile evlendi. Henüz üç aylık evliyken Ermenilerce Hacın da katledildi.) Selbi,
Fadıma, Mustafa, Fadiş, Mehmet, Haceli,
Hasan ve Hacıdır. (Bunlardan Hacı yanarak öldü.)
Cıngıllı Elif; oğlu Ali ile baş başa kaldı. Eski
varlıklı günler kötüye gitmeye ve hayatın gerçekleri ile yüz yüze gelmeye
başladılar. Cıngıllı Elif oğlu Ali’yi okutmak ya da bir meslek sahibi yapmak
istiyordu. Akrabalarında hoca çoktu. Ali’nin elinden tuttu. Caminin altında
olan Türk okuluna yazdırdı. Ancak; Ali, zaten bu okulda öğrettikleri Kuranı
Kerim ve din ilmi ile ilgili çoğu bilgileri babası Molla Halil den öğrendiği
için okuldan sıkılmaya başladı. “Okula gidiyorum” diyerek evden çıkar, annesi
görmeden evin çatı katında bulunan kilere saklanırdı. Birkaç gün sonra Ali’nin
okula gitmediği anlaşıldı. Ancak; Ali ortalıkta yoktu. Anası Cıngıllı Elif
aramadık yer bırakmadı. Konu-komşuya, hısım–akrabaya Ali’yi sordu. Akşama kadar
bağırdı, çağırdı Ali yoktu. Ali evin çatı katındaki kilerde tarhana, bastık,
kuru üzüm, sucuk vb. şeyler yemekle meşguldü. Sonunda Ali’yi buldular. Anası
onu dövmeye kıyamadı. Bir daha yapma “Çerkezim” dedi. Cıngıllı Elif Ali’yi
sürekli “Çerkezim” diye sevdi. Biraz büyüyünce Ali “Çerkez” lakabını benimsedi
ve Çerkezler gibi giyinmeye başladı. Başına kalpak giyerek; adeta “Bana Çerkez Ali deyin” dedi. Herkes ona artık
“Çerkez Ali” demeye başladı.
Bir gün Cıngıllı Elif baktı ki Çerkez Ali’nin okumaya
yüzü yok, bunu bir terzi yanına verdi. Terzi bir Ermeni’ydi. Birkaç gün yanında
çalıştı. Ancak kendisi ile birlikte terzi yanına giren Ermeni çocuğuna terzinin
farklı davrandığını gören Çerkez Ali bu davranışı kabullenemedi. Ermeni
çocuğunun terzilik öğrenirken kendisinin temizlik yapması ve ayak işlerine
bakması gururuna dokundu. Bir fırsatını bulup Ermeni çocuğunu dövdü ve terzilik
hayatı bitti.
Yıllar yılları kovaladı ve artık Çerkez Ali serpildi,
büyüdü ve yirmi yaşında bir delikanlı oldu. “Bir Ermeni kızı aklını çelmesin”
diye Cıngıllı Elif Çerkez Ali’yi Koca Hatca’nın kızı Hava ile evlendirdi.
Havanın babası Sofunun oğlu Mürsel’dir. Kız kardeşi Cin Omar’ın karısı
Fadiş’tir. Kasap İsmail (Kahveci) Hava’nın anaları bir, babaları ayrı üvey
kardeşidir.
Hava;1306
(1890) yılında Hacında doğdu. Çerkez Ali’ye göre kısa boylu, etine dolgun,
oturup kalmasını bilen, sözünü kimseden esirgemeyen yaman bir kadındı. Kısa
sürede Havaca lakabıyla tanınmaya başladı.
Cıngıllı
Elif, Çerkez Ali ve Havaca aynı evde yaşamaya başladı. Cıngıllı Elif halim
selim bir kadındı. Havaca ile iyi anlaştılar. Çoğu yerde görülen gelin-kaynana
dırdırı burada olmadı. Çünkü Havaca’nın yaşı daha küçüktü. On dört yaşında
evlenmiş, on beş yaşında anne olmuştu. Kaynanası Cıngıllı Elif onu kendi kızı
gibi bildi ve çocukları Kuddusi, Feramuz ve Hasan’a analık yaptı.
Namazında niyazında olan Cıngıllı Elif, her zaman olduğu
gibi o gün de yine sabah ezanı ile uyandı. Çocuklarını rahatsız etmeden
sessizce abdestini aldı ve sabah namazına durdu. Namaza başladı. Kaçıncı
rekâttı veya kaçıncı secdeydi bilinmiyor. Seccadenin üzerinde secdeye gittiği
bir sırada vefat etti. Havaca kalktığında onu seccadesinde namaz kılıyor sandı.
Bir müddet bekledi. Ancak kaynanasının secdeden hiç doğrulmadığını gördü.
”Seccadenin üzerinde uyumuştur” diye düşündü.” Kocası Çerkez Ali’yi uyandırdı.
Çerkez Ali ”Ana” diye seslendi. Cıngıllı Elif’ten ses çıkmadı. Hafifçe dokundu.
Cıngıllı Elif yana doğru yatıverdi. Cıngıllı Elif ölmüştü. Havaca’ya göre “evin
direği yıkılmıştı” Çerkez Ali perişan olmuştu. Ama hayat devam ediyordu.
Çerkez Ali’nin Hava’dan on bir çocuğu oldu. Bunlar;
Kuddusi, Feramuz, Hasan, Teyfik, Elife, Mürsel, Adaviye, Fatma, Naciye, Hakkı
ve Halil’dir.
Çerkez Ali Hava’dan başka üç hanım daha aldı.
İkinci eşi bir Çerkez kızıydı. 1319 (1903) doğumlu
Bekir ve Fatma’dan olma Hasibe’dir. Hasibe den hiç çocuğu olmadı. Hasibe 1940
yılında öldü.
Üçüncü eşini Pağnık –Kızılağaçtan aldı. Adı
Medine’dir. Medine’den bir kızı oldu. Medine ile imam nikâhlı yaşadığı için
kızı Emine’yi Hava’nın üzerine nüfusa yazdırdı. Medine ile uzun süre yaşamadı
ve ayrıldı.
İlk eşi Hava 1944 yılında öldükten sonra dördüncü evliliğini
yaptı. Hüseyinbelen Köyü’nden İsmail ALTUNSAYAR’ın kızı Ayşe ile evlendi.
Ayşe’nin halk arasındaki tanınan adı Hanife’dir. Anası Elife’dir. 1909 doğumlu olan Hanife, Çerkez Ali’den
yıllar sonra 1981 yılında öldü. Hiç çocuğu olmadı.
Çerkez Ali askerliğini Osmanlı ordusunda Diyarbakır’da
yaptı. Ancak onun için asıl askerlik Saimbeyli kurtuluşu zamanında olmuştur.
Doğup
büyüdüğü Haçın da; yanyana komşu olarak yaşadığı, çocuksu kavgalarından öte
gitmeyen kırgınlıkların ötesinde, birlikte yaşadığı komşuları Ermenilerin bir
gün düşman olmaları ve onlarla savaşa girmeleri en önemli askerliğidir.
Bu gün Ermeni kasabı olarak tanıdığımız ve Saimbeyli
de Türk katliamını gerçekleştiren Aram Çavuş, Kikor, Bogus, Cebeciyan, Artin
vb. adları tarihin kirli sayfalarına geçen birçok Ermeni teröristlerini Çerkez
Ali yakından tanıyordu. Çok iyi geçindikleri komşuları, dost Ermeniler yanında;
kin ve nefret duyguları ile doldurulmuş Ermeniler de vardı.
Gerçi
o zamanki Hacın şimdiki Saimbeyli gibi küçük bir ilçe değildi. Osmanlı Devleti’nin
önemli bir yerleşim yeriydi. Yedi nahiyesi, atmış köyü ve on altı mahalle
muhtarlığı vardı. 10.937 Hıristiyan ve 13.520 Müslüman-Türk yaşamaktaydı.
Türklerin dokuz camii ve mescidi, iki medresesi, bir rüştiye mektebi vardı.
Hıristiyanların yedi kilisesi, bir manastırı, on dokuz protestan milletine
mensup kız mektebi, iki sıbyan mektebi ve on beş Hıristiyan mektebi, Amerikan
Koleji, iki yüz dükkân, dört fırın, altı desti fırını, üç han, bir hamam
mevcuttu. Bu kısa bilgiler o zamanki Hacının önemli bir yerleşim yeri olduğunu
sanırım anlatmaya yeter.
İşte bu önemli bir yerleşim yeri olan Osmanlı Devleti
Türk topraklarında gözü olan bazı milletlerin içerideki azınlıkları
kışkırtmaları neticesinde, yıllardır birlikte yaşayan insanlar birbirlerine
düşman oldular. Fransız destekli Ermeni militanları Türkleri katletme
hareketine başladılar. Tanınmış ailelerin önemli kişilerini hemen öldürmeleri
gerekiyordu. Bir kısım Türkleri tutuklayıp kaymakamlık binasına hapsettiler.
Türkler de tedbir olarak eli silah tutan insanlarının bir kısmını dağlara
gönderdi. İşte bu sırada diğer Türk gençleri gibi Çerkez Ali de silahını alarak
Hacın’ ı terk edip dağlara çıktı. Karısı Hava, çocukları, yakın akrabaları ve
birçok Türk anaları Hacın da kaldı. Kalanların birçoğunu Ermeniler katlettiler.
Bir gece Çerkez Ali ve birkaç arkadaşı gizlice Hacın’
a girdiler. Sessizce Türk evlerini gezdiler. “ Malınız, mülkünüz burada kalsın,
canınızı ve çocuklarınızı kurtarın. Çocuklarınızı alın köylere kaçın” dediler.
O gece Türk ailelerinin birçoğu fırsat buldukça köylere doğru kaçtılar. Çünkü
köyler genellikle Türklerin yerleşim yerleriydi. Çerkez Ali’nin eşi ve
çocukları Karsavuran Köyü’ne kaçtılar. Karsavuran Köyü’nde Çerkez Ali’nin kız
kardeşi Dudu vardı. Dudunun kocası Molla Ahmet(Yahşi) köyün muhtarıydı. Ayrıca
Çerkez Ali’nin o köyde evi ve tarlaları vardı. Çocuklarını oraya
yerleştirdikten sonra çete toplama hareketine başladı. Karsavuran çetesi
oluşturdu. Kendisi de çete başı oldu. Artık her tarafta Türkler çete hareketine
başlamıştı. Eli silah tutan bütün gençler çete olmuşlardı.
Bir gün Çerkez Ali Kötün çetesi ile bağlantı kurduktan
sonra Çerelan Köyü’nden Karsavuran’a doğru atı ile gidiyordu. Yalnızdı ve
silahlıydı. Çerelan Köyü ile Pekmezli arasında bulunan ve adına Haçbel denilen
mevkii ye geldiğinde pusu kuran Ermeni militanlarının eline düştü. Saatlerce
süren boğuşmadan sonra sekiz Ermeni militanı Çerkez Ali’yi on sekiz yerinden
bıçakladılar ve öldü diyerek oraya bıraktılar. Üzerinde ne var ne yoksa
aldılar. Sadece iç çamaşırı ile kalan Çerkez Ali orada saatlerce baygın yattı.
Başucundan ayrılmayan atı Çerkez Ali’nin yüzünü yalaya yalaya ayıltı.
Ayıldığında gücü kuvveti kalmamış yerden kalkamıyordu. At ona yardımcı oldu.
Atın üzerine karnı üstü bindi. At onu aldı Doğru Karsavuran Köyü’ne doğru
götürdü. Köye yaklaştıklarında gece yarısıydı. Köyün köpekleri atın geldiği
tarafa doğru havladılar. Çerkez Ali’nin köpeği diğer köpeklerden farklı
havlıyordu. Havaca “Mutlaka babanıza bir şey oldu! Kalkın çocuklar!” dedi. Gece
yarısı Çerkez Ali’nin çocukları ağlaşarak kalktılar. Bütün köy ayaktaydı.
Herkes bir şeyler mırıldanıyordu. At geldi. Çerkez Ali’nin evinin önünde durdu.
Bir figandır koptu. Havaca’nın ağıtı, bağırıp çağırması dünyayı tutuyordu.
“Yiğidim, nasıl kıydılar sana! diye, Havaca feryat ederken, muhtar Molla Ahmet
“Ağlama bacım. Yaşıyor.” dedi. İnanmadı Havaca. Koştu. Çerkez Ali’ye sarıldı.
Çerkez Ali; Metin ol Hava!” dedi ve kendisinden geçti. Öldü sandılar. Herkes
ağladı. Ama Havaca herkesten farklı ağladı. Çocukları; Kuddusi, Feramuz, Hasan,
Teyfik ve diğerleri ananlarına sarıldılar. Ağladılar, ağladılar ağladılar.
Köyün ileri gelenleri öldü sandıkları Çerkez Ali’yi
evine taşıdılar. Son defa yatağına yatırdılar. Gece zifiri karanlıktı. Köylüler
ateş yakmaya korkuyorlardı. “Belki ateşi Ermeniler görür de silah sıkarlar.”diye.
Karanlıkta el yordamıyla üzerini soydular. Karnına bir bıçak koydular. Kendi
aralarında gömecekleri yeri planlamaya başladılar.
Havaca sessizce odaya girdi. Çerkez Ali’ye doğru
yaklaştı. Erkekler; ”Günahtır bacım! Sana artık nikâhı düşmez, ona yaklaşma”
dediler. Havaca; ”Dün karısıysam bu gün de bacısı olurum. Müsaade edin ona
dokunayım.” dedi. Kimseler bir şey söyleyemedi. Havaca gitti ellerini tuttu.
İçinden bir şeyler kıpırdadı. Bu eller ölü eline benzemiyordu. Kalbini elledi.
Sanki çalışıyor gibiydi. Eğildi nefesini dinledi. Belli belirsiz bir nefes
çıkıyordu.” Ali, Ali “ dedi Havaca.” Hıh” diye bir ses çıktı. Havaca sevindi.
“Yaşıyor!” diye bağırdı. Kimseler inanmadı. Hayal görüyor sandılar. Gün
ağarmaya başlamıştı. Herkes inceledi Çerkez Ali’yi. Yaşıyordu. Yaralarını
sardılar. Günlerce başını beklediler. Üç gün sonra “su” dedi. Vermediler.
Sadece dudaklarını ıslattılar. Kırk gün tedavi ettiler. Ayağa kalktı. Silahını
istedi. Her zaman çift silahı olurdu. Aldı silahını bindi atına… Kendi
yaralarını unuttu, düştü dağlara. Çetelere karıştı.
Hacın “KANLI KUYU” olmuştu. Her yer Türk ölü bedenleriyle
doluydu. Türk evleri yakılmış, dumanlar yükseliyordu. Mustafa Kemal Anadolu’yu
kurtarma hareketine başlamıştı. Doğan Bey Hacın’ı kurtarmakla
görevlendirilmişti. Bütün çeteler Doğan Bey’in etrafında toplandılar. Hacın da
kalanları kurtarma harekâtı başladı. İsimsiz bütün kahramanlar gibi Çerkez Ali
de bir nefer oldu. Hacın Kağnıpazarı mevkiinde savaşa katıldı.
O günleri çocuklarına şöyle anlattı;” Karsavuran
çetesi Kağnıpazarı denilen yerdeydi. Ben de çete başıydım. Orada bir ev vardı.
O evden sürekli silah sesleri geliyordu. Eve yaklaşamıyorduk. İçeriden bir genç
sürekli küfrediyor ve bize” dacikler” diye bağırıyordu. Ev sağlam yapılıydı.
Yaklaşamıyorduk. O evi de almasak ileriye gidemezdik. Hepimiz siperdeydik. Boşa
mermi sıkmak istemiyorduk. Çünkü bizim mermilerimiz azdı. Hacın silah
deposuydu. Üzerimize yağmur gibi mermi yağıyordu. Sağımıza solumuza düşen
mermiler bize değmiyordu. O mermiler bana atılırken ben sürekli, içerideki
akrabalarımı düşünüyordum. Bir ara dalmışım. Bir ses; ”Çerkez Ali uyuma. “dedi.
Bir anda kendime geldim. “arkadaşlar beni koruyun, o evin damına çıkacağım.
“dedim. Bizimkiler ateşe başladı. Ben evin damına çıktım. Bir kucak otu
punaraya (bacaya) bastım. Ateşledim. Ev yanmaya başladı. Evin yandığını gören o
genç pencereden çıktı. Üzerine atladım. Öfke doluydum. “teslim ol” dedim. Bana
sövdü. Silahlar susmuştu. Dövüşmeye başladık. Kolundan tuttum, fırkattım. Bir
taşın üzerine düştü. Orada öldü. Ölürken bana hala sövüyordu. Oradaki diğer
insanları esir aldık. Biz Kağnıpazarı’ndan başka çeteler başka yerlerden
girdiler. Hacın alındı. Ancak sülalemden kırk insan katledilmişti. Bu
topraklarda bizim kırk şehidimiz yatıyor.” dedi.
Tarihler 18 Ekim 1920’yi gösterdiğinde Hacın tarihe
gömülüyordu. Ermeniler kaçarlarken şehri yaktılar. Kullanılacak hiçbir ev
kalmamıştı. Kaza merkezi olarak önce Doğanbeyli, sonra Gürleşen belirlendi.
1928 yılında Saimbeyli kaza merkezi olarak belirlendikten sonra o zamana kadar
Karsavuran Köyü’nde ikamet eden Çerkez Ali, baba toprakları olan Saimbeyli’ye
tekrar geldi. Aile fertlerinin büyük bir çoğunluğu da Saimbeyli’ye yerleştiler.
Karsavuran köyü ile bağlantılarını koparmadılar. Bir müddet kışın Saimbeyli’ye,
yazın Karsavurana gittiler. Hayvancılıkla uğraşmaya başladı. Saimbeyli
dolaylarında kış mevsiminin soğuk geçtiği yıllarda hayvanlarını Kadirli
dolaylarındaki akrabalarının yanına götürdü. Yazın Saimbeyli ve Karsavuran Köyleri’ne
getirdi. Obrukta bulunan hazine arazilerini hayvan otlatmaya ve çiftçilik
yapmaya elverişli olduğu için satın aldı. Çocukları artık yetişmeye tarlası ve
hayvanları çoğalmaya başlamıştı. Bin civarında davarı, dört yüz dönüm civarında
tarlası vardı. Davarlarına çobanlar tuttu. Yedi oğlan çocuğu vardı. Artık
bunlar da yetişmiş, Çerkez Ali rahat bir nefes almaya başlamıştı. Obruk
yakınlarında bir cinayet işlendi. Cinayetle yakından uzaktan hiç ilgisi
olmadığı halde tutuklandı. Yalnız kendisi değil oğulları; Kuddusi, Feramuz,
Teyfik ve Hasan da tutuklandılar. Önce Saimbeyli, sonra Kozan, daha sonra
Diyarbakır cezaevlerinde tutuklu kaldılar. Ağır ceza mahkemesi Diyarbakır’da
olduğu için yargılanmaları orada devam etti. Bu Çerkez Ali’nin Diyarbakır’a
ikinci gelmesiydi. Askerliğini yaptığı yerlere mahkûm olarak gelmeyi içine
sindiremedi. Dava sonucunda çocukları da kendisi de beraat ettiler
Ancak bu hadiseden aile çok zarar gördü. Mallarının
çoğunu sattılar. Çiftçiliğe ağırlık verdiler.
Molla Halil ile Cıngıllı Elif’ten doğma 1301(1885)
Hacın doğumlu,
Kaytancıoğlu
Çerkez Ali 10.03.1962’de Saimbeyli de vefat etti. Mezarı Saimbeyli eski
mezarlığındadır.
Bu kitabı kaleme aldığım günlerde dedeme Fatiha okumak
için Saimbeyli eski mezarlığına gittim. Çam ağacının gölgesindeki mezarları
bulmak için bin şahit lazım. Mezarlık sanki mahallenin çöplüğü olmuştu. Üzüntüm
gözyaşı olup aktı. Çok düşündüm. Ama çaresizce. Gözlerimin önüne Çanakkale savaşlarına katılan
Anzaklar geldi. Vatanlarından kilometrelerce uzakta işgale gittikleri
topraklarda ölen atalarına yapmış oldukları mezarlıklar geldi. Bizler kendi
vatanlarını kurtarmak için yanık şehrin küllerinde kalan geçmişimizi bir gün
olsun hatırlamayı düşünemedik. Düşünmek şöyle dursun onları çöplüklere havale
ettik. O mezarlıkta yalnız benim dedem değil. O mezarlıkta YANIK ŞEHRE can
verenler yatıyor.
Dedemin mezarının başında, dedeme Fatiha okumaktan
vazgeçtim. Çünkü okuyacak yüzüm yoktu. Biz onlara layık olamamıştık. Aklıma
Anzaklar geldi. Her yıl 25 Nisan günü atalarının savaştığı yerleri gün
doğumundan önce ziyaret eden Anzaklar. Devleti tarafından düşük faizle kredi
verilerek atalarının savaştığı yere gönderilen Anzaklar. Saygı duymamak mümkün
değil. Açtım ellerimi Allah’ıma;
“Allah’ım bize, geçmişini unutmayan, çekilen acıları
iliklerine kadar hisseden, Yanık şehrin küllerinde geçmişini arayan, helal süt
emmiş bir sahip gönder.
Çöplükte
değil, cennette yatmaya layık olan bu insanları görecek göz, duyacak kulak,
anlayacak yürek nasip eyle.”
Başka ne diyebilirdim ki!
Mekânları cennet olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder